Çarpım tablosunu kim bulmuştur? Kimilerine göre 2000 yıla yakın bir süre önce Çin’de kullanılmaya başlanmıştır. Diğer bazı kaynaklar ise, M.Ö. VI. yüzyılda yaşamış olan ünlü Yunan filozof ve matematikçi Pithagoras’ın bulduğunu söyler.
Çin’de ya da Milâttan öncelere dayanan bir geçmiş içinde bulunmuş olsun, bugün çağdaş tekniğinin son derece yaygın olduğu bilgisayar aracılığıyla da olsa, halen 7 kere 8’in 56 ettiği, o Milâttan öncelerde icat edilen çarpım tablosu sayesinde ortaya çıkmaktadır.
Bazı köklü ve evrensel değer taşıyan sosyal yapılanmalarda da bu gerçeğin temel alınarak değerlendirilmesi gerekir. Ancak sosyal yapılanmalar diyalektik kurallar doğrultusunda değişime uğradığından, yani her ülkeyi oluşturan toplumun sahip olduğu karakteristik yapıya, kültür birikimine,koşullara göre farklılık göstermektedir. Yani 7 kere 8,56 eder şeklindeki evrensel kural, bir farklılıklar atmosferi içinde “hakikat”in yakalanmasını bekler.
Yazımızın başlığı “nationalimus”, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda milliyetçiliğe verilen ad olmuştur. Kavram İngilizcede nationalism, Fransızcada nationalisme ile ifade ediliyor. Etimolojik açıdan bunlar, Latince “natus” kökünden “nasci”, yani “doğmuş olan” anlamına gelen bir sözcükten türetilmiş. Türkçede ise “milliyetçilik” diyoruz.Kavramı incelerken bizde de “milli”, “milliyetçi” gibi aynı kökten geldiklerini dikkate almak gerekiyor.
Milliyetçilik, “maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı” olarak tanımlanabilir. Kavramın çeşitli dillerdeki halleri arasında büyük benzerlikler olsa da, her bir dile ve dolayısıyla her bir millete mahsus milliyetçilik anlayışının farklı olduğu da bilinen bir gerçektir. Bir başka deyişle örneğin Fransız milliyetçiliği, Alman milliyetçiliğinden farklıdır. Zira ilki vatandaşlık esasına dayanırken, ikincisi dil ve ırk birliğinden doğmuştur.
Buradan hareketle, Türk “milliyetçiliğinin” de kendine has bir yapıda olduğu açıktır. Zaten bu farklılıkların söz ve kavram düzeyinde kalmadığı, siyasi bilgi birikimi yanında, anayasalarda da yer aldığı malumdur.
Peki ama, milliyetçiliğin asıl anlamı nedir, bu kavram neleri kapsamaktadır?
Bu da ancak çarpım tablosunda olduğu gibi gerçeği yakalamak için, binlerce yıl öncesine gitmeyi gerektirmez. Çünkü her ülkenin, dolayısıyla ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti’nin oluşum temeline inmek yeterlidir. Bunun için de kanımızca, çarpım tablosu kadar etkili ve dünyaca kabul gören Yüce Atatürk idealine, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yapısına dönmek yeterli olacaktır. Zira Osmanlının her fethettiği toprağa bayrağını dikip orasını vatan kabul etmesi, ilerde karşısına cevap olarak ilk milliyetçilik derslerini çıkaracaktır.
Önce Balkanlarda başlayan ve giderek yayılan vatan, millet, hürriyet, eşitlik gibi kavramların gündeme gelmesi, Osmanlı sisteminin sarsılmasına ve nihayet bilindiği gibi çöküşüne neden olacaktır.
Bugün gelişmiş ülkelerin üniversitelerinde, sivil toplum örgütleri gibi kuruluşlarda yapıldığı gibi, geçmişi ayrıntılı araştırmalar içinde hatırlamak ve hatırlatmakta büyük yarar vardır. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu; Atatürk Araştırma Merkezi “Mustafa Kemal Atatürk” başlıklı dergide (Ankara, 1997) Musa Yaşar Sağlam, Alman Ordinaryüs Profesör GerhardDoerfer’in, konumuzla ilgili bir yazısını dilimize çevirmiş. Bakın ne diyor:
“Milliyetçilik ümmetçiliğe (yani çatısı altında bütün Müslümanları barındıracak büyük bir totaliter devlet düşüncesine), Osmanlı emperyalizmine (yani Türk olmayan halkların boyundurluk altına alınması gayretlerine) ve Turancılık düşüncesine (yani dünyanın her bir tarafına dağılmış Türklerin tek bir devletin çatısı altında birleştirilmesine) karşıdır. Onun hedefi, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırları içinde Türklüğün korunması ve özgün bir Anadolu-Türk kimliğinin oluşturulmasıdır.
Sınıf ve din farkı gözetmeksizin, bütün Türkler bu kurulmuş devlet içinde Türk milliyetçiliği etrafında kenetlenmeli, fakat bu, dünyanın hiçbir ülkesini tehdit etmemelidir. Özet olarak vurgulanması gereken bir husus ise, Atatürk’ün Yunanistan ile de anlaşmayı ve barışmayı başarmış olmasıdır. Türk İstiklâl Marşı büyük bir özgüvenle doluysa da, daha başka halkların o bilinen saldırganlık yüklü marşlarından çok farklıdır:
Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
Obenim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Atatürk bir yanlış anlamaya fırsat vermeyecek şekilde bütün ümmetçi ve emperyalist düşünceleri pek çok kez eleştirmiştir. Size, O’nun en meşhur sözlerinden birkaçını aktarıyorum:
‘Müslümanların yüzyıllardan beri, halifeliğin bütün Müslümanları kapsayacak bir İslâmi hükümdarlık olması gerektiği yolundaki hayali hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Tam tersine, halifelik inananlar arasında anlaşmazlık, anarşi ve savaşların çıkmasına zemin hazırlamıştır. Hem ayrıca, Müslümanların ayrı yönetimlere sahip olmasının kendilerinin menfaatine olacağı gerçeği su yüzüne çıkmıştır. Onların arasındaki gerçek manevi bağ, tüm insanların kardeş olduğu inancıdır.’
‘Biz ulusal sınırlarımız içinde hür ve bağımsız olarak yaşamaktan başka şey istemiyoruz. Dış politikamız hiçbir devletin haklarına tecavüz etmeyecektir. Biz sadece kendi haklarımızı ve kendi onurumuzu savunuyoruz.’
Aynı düşünce, Yunanistan’a karşı verilen Türk Kurtuluş Savaşı’ndan önce bile, İttifak Kuvvetlerinin bir temsilcisine anlatılmıştı.Üstelik daha kısa bir süre önce yenilgiye uğramış bir ulusun bir ferdi olarak, hem cüretkâr hem de gururlu bir üslûpla:
‘Üstüne tüm Arabistan’ı ve Suriye’yi alabilirsiniz, fakat Türkiye’ye sakın ilişeyim demeyin. Biz sadece, her ulusun hakkı olan şeyi istiyoruz: Ulusal sınırlarımız içinde hür bir devlet kurmak, ne daha fazlasını, ne daha eksiğini.’
Ancak bütün bunlara rağmen, Atatürk’ün geniş ufku Türkiye’nin sınırlarını da aşmaktaydı. Aktarıyorum:
‘Eğer daimi bir barış arzu ediliyorsa, o takdirde kitlelerin yaşam şartlarını iyileştirmeye yönelik uluslararası tedbirlerin alınması zorunludur. Açlık ve baskı ortadan kaldırılıp, bütün insanların refahı sağlanmalıdır. Dünyadaki insanlar kıskançlık, açgözlülük ve nefret duygularından uzak duracak bir şekilde yetiştirilmelidirler.’
Yazımıza başlık aldığımız “nationalismus” sözcüğü pek çok kimseye yabancı gelebilir. “Milliyetçilik” denseydi, yine hiç kuşkusuz pek çok kimse değişik yaklaşımlar içinde değerlendirecekti. Ne var ki insanoğlunun gerçekler içinde bütünleşen hakikati tektir.
Bu teklik, milliyetçilik anlayışımızda da öyle olmalıdır:Türk milletinin bağımsız, mutlu, zengin ve çağdaş bir şekilde yaşamasını amaçlayan, ancak bunu yaparken de milli çıkarlarına bir saldırı olmadığı takdirde diğer milletlerle uyum içinde çalışan, diğer milletlerin haklarına saygı gösteren, içinde yaşanan ülkenin kuruluş ilkelerine sadakatle bağlı kalınan bir milliyetçilik anlayışı…
Descartes “Yükselmek için aklın yolu tektir” diyor. Tıpkı çarpım tablosunda çarpılan değer sonuçlarının değişmediği gibi… Rakamlarla ilgisi olmayan sevgi de öyle, hem de her türlüsü.
Vatana gelince, ne demişti Orhan Veli:
Vatan İçin
Neler yapmadık şu vatan için
Kimimiz öldük,
Kimimiz nutuk söyledik