Sık sık anlattığım bir anekdot vardır. Yüzbaşı Valantin 18. Asrın ortalarında Paris’te yürürken gürültüye benzer enstrüman sesleri ve gülüşmeler duymuş. O yöne gidip baktığında, bir grup körün müzik aleti çalıyor gibi yaptıklarını, aslında çalamadıklarını ve diğer insanların da onlarla dalga geçerek eğlendiklerini görmüş. Kendine sorduğu soru şu: “Acaba bu körler eğitilebilir mi?”
Bu sorunun son cevabını Nisan’daki ABD ziyaretimde en ileri seviyede aldım. Okuduğunuz satırlar yanlışlıkla yazılmadı: Körler artık hekim oldular ve ameliyata giriyorlar. Şimdi bu soruyu ben Yüzbaşı Valantin gibi her Paris manzarasıyla karşılaştıkça kendi kendime çok engellilik konusunda soruyorum: “Acaba çok engelli çocuklarımız üniversite okuyabilir mi?”
Bu sorunun cevabına geçmeden önce çok engellilikten neyi anladığımızı paylaşmak istiyorum. Toplumumuz tek engellilik konusunda ciddi bir miktar bilgi sahibi. Git gide bu bilgi ve bilinç seviyemiz yükseliyor. Çok engellilik ise adından da anlaşılacağı gibi bir kişinin birden fazla engele sahip olması demek. Hem kör, hem işitme engelli; hem bedensel, hem de zihinsel engelli; hem işitme engelli hem de otistik. Bunların daha farklı kombinasyonlarını da yapabilirsiniz.
Günlük hayatta hissedebilmeniz için bir örnek vereyim: Karşınızdaki kişi hem kör, hem de sağır. Şimdi siz ona, “Su ister misiniz?” diye nasıl sorarsınız? Hani bana sordunuz. Ben görmesem de sizi duydum ve cevapladım. Bir de sağır olduğumu düşünün. Aynı şekilde hem bedensel hem de zihinsel engelli kardeşlerimizi düşünün.
Aslında günümüzde çok engellilikte kısmen de olsa ilerleme var. Helen Keller en meşhurlarından. Kör ve sağır olan Helen Keller hukuk fakültesini bitirecek seviyeye geliyor. 8 adet kitap yazmış. Benim rahmetle andığım hem öğrencim hem de arkadaşım olan Selen Özel sonradan olmakla beraber 3 engele sahip olmuştu.
Fakat kendisini kaybettik. Kendisiyle bu konuda çalışmalar yapacaktık. ABD’de hukuk fakültesini bitirdi. Türkiye’de de yüksek lisans ve doktora yapmak için başlamıştı çalışmalara. Ama erken kaybettik. Ülkemizdeki sistemler onun sınava girmesine o zamanlar uygun değildi.
Şimdi çok engellilik için bir okulumuz bile var artık. İhtiyacın farkına varmışlığımız ve bu konuda çalışmalarımız hızla artıyor.
Biliyorum: Bu hiç de kolay bir konu değil. Zorluğu, alışmamışlığımızdan kaynaklanıyor. Aslında işin içine girdikçe hiç de zor olmayacağı gibi bir sezgi var içimde.
Dilerim bu sezgi yanlış çıkmaz. Aksi halde düşünmek bile istemediğim muzdarip hayatları şimdiden görür gibiyim. Çocuklar, anneler, babalar, kardeşler.
Hepsi perişan. Böyle bir durumda siz “bana ne” diyebilir misiniz? Benim deme imkanım ve çarem yok.
Mesuliyet anlayışım şöyle:
Eğer bir yangın gördüysem, yerde bir yaralı gördüysem itfaiyeyi veya ambulansı benim aramam gerektiğidir. “Boş ver bir başkası arar” diyemiyorum. Çünkü, aranmadığına çok şahit oldum. Şu hikayeyle sözlerimi bitireyim:
Bir gün bir köyde acilen çok miktarda süte ihtiyaç olmuş.
Herkesten o gece 10’ar litre süt getirip köyün meydanındaki havuz gibi depoya dökmeleri istenmiş. Köyde yaşayan bir genç kız ile annesi de, “Bizim sütümüz fazla yok, ertesi gün yoğurt yapamayız, biz süt yerine su dökelim, nasıl olsa diğerlerinin arasında fark edilmez bile.” Diye düşünüp gece depoya süt yerine su dökmüşler. Ertesi gün sütü almak için gidenler ne görmüşler?
Depoda sadece su var.
Beyazay Derneği Sizleri Bekliyor
Çok engellilikle ilgili aklınıza gelen soruları veya yaşamış olduğunuz sorunları haber@haberrevizyon.com adresine göndermenizi bekliyoruz.