Lokman Ayva – Güven de Hava Gibi Görülmez

Hangi seviyedir bilmiyorum. Öyle cümlelere rastlıyorum ki kendimden şüphe eder hale geliyorum. Bir takım durumlar hissiyatla anlaşılır ve hissiyat kişiye göre değişir. Bizim hissetmediğimiz şeyi yok saymamız ne kadar doğrudur. Varolan bir şeyin de gereğinin yapılması gerekir. Aksi durum hayatın hakikatine savaş açmaktır ve en çok da ateşe elini sokanların başına gelen gelir.

Gözümle görmeyince inanmam.” diye bir söz duyuyorum. Gülsem mi ağlasam mı inanın zaman zaman şaşırıyorum. Yahu kardeş, acaba bildiklerinin kaçını gözünle gördün ki. Eğer gözünle gördüklerinin dışındakini bilmeyecek, inanmayacaksak orta üç beş çör çöp, üç beş bina, bir iki dağ, deniz olurdu. Gözünle gördüğüne baksaydın Güneş Dünya’nın etrafında dönüyor olur, ilizyonistler de sana göre peygamber olurdu. Öyle değil mi ilizyonistler gözünle gördüğüne bakılırsa imkansızı yapıyor adeta mucize gösteriyorlar.

“İyi de gözümüzle görmediğimize mi inanacağız?” Hakikat dediğin yaşamakla, zihinle ilgili bir mefumdur. Açlık mesela. Hangi gözle göreceksin ki? Hava… Hangi gözle görecek, hangi elle tutacağız? Tavuklara günde dört kere kuvvetli ışık veriyorlar, onlar da bir günde dört gün geçti sanıp bir günde dört kere yumurtluyorlarmış. Hatta biraz daha ileri gidersek, insanı öyle şartlıyorlar ki ihtiyacımız olmadığı halde acıkıyor ve gidip gelip yemek yiyoruz. Bu obezlik falan hep o yüzden.

Güven meseleleri de gözle görülmeyip hem aklın, hem de hissiyatın gündemindeki meselelerdendir. Öyle ki sudan, yiyecekten daha mühim olduğunu savunan biliminsanları var. İçinde bulunduğunuz mekan “şimdi yıkılacak, birazdan mı yıkılacak, ha yıkıldı, ha yıkılacak” kaygısı içerisindeyken aklınıza ekmek, su gelir mi? Eminseniz ki o çatlaklar bir boyayla yapılmış, işte o zaman sizi kimse tutamaz, şöyle ağzınıza layık yemekler, içecekler olmazsa kıyameti bile koparırsınız.

Zamanında bir amirim bir yamukluk yapmıştı. Tabi şahsıma değil. Çok üzülmüştüm, ağlamadıysam bilin ki erkekliğimizin yüzündendir. Üzülmemin nedeni, hareketin yamukluğu değil, yamukluk yapılanların mağduriyeti değildi biliyormusunuz, artık benim için bir insan ölmüştü. Artık ona olan güvenim bitmişti. Şöyle bir şeydir: Anneniz size su verir mi? Tabi ki verir. Pekiyi ölünce verir mi? Tabi ki veremez. Sizin ondan su beklentiniz olur mu? İşte onun gibi birşey. O sarsıntıdan sonra o amirimden hiç bir beklentim olmadı. İşte insanlar kendilerine bazen anne babasının, bazen çocuklarının, bazen arkadaşlarının, bazen müşterilerinin duyduğu güveni bir anda yok ediverirler. Sonra da acı çekmeye başlarlar. Kademe kademe, adım adım bu durum insanın kendine duyduğu güveni bile bombalar, yok eder. En ağırı da odur.

Güven meselesi sadece iki kişinin arasındaki bir mesele değildir. İnsanların oluşturduğu ortamın da güven meselesi vardır. İstismar edilen her husus başta istismarcıya kâr getirir amma velakin onun ve onu alkışlayanların, sevenlerin, beğenenlerin, hatta o istismar hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışanların, haberlerini izleyenlerin, internet linklerini tıklayanların
bilerek veya bilmeyerek güven ortamını zehirlemesidir. Ben bu vakitten sonra adı “emniyet” olan kuruluşa nasıl emniyetli gözüyle bakacağım? Adı “adalet” olan sistemin kararlarının adaletli olduğuna nasıl güveneceğim? Başbakan’ı sevmeyebilirsiniz, hükümeti yenmek isteyebilirsiniz, bir başka ifadeyle sizin belediye başkanına karşı olan kininiz yüzünden bütün şehrin su depolarına zehir koyabilir misiniz? Bu nasıl bir mantık, bu nasıl bir akıl, bu nasıl bir ahlak ve bu nasıl bir insanlıktır… Bizim ve çocuklarımızın polisleirni öldürüyorsunuz, bizim ve çocuklarımızın hakimlerini öldürüyorsunuz. Bu vakitten sonra kimin yolsuzluk yaptığını nasıl öğrenecek, ona verilecek cezanın haklı veya haksız olduğunu nasıl bileceğim? Hele hele işyerlerinde. İnsan mesai arkadaşından şüphe eder hale geldi. “Acaba oturup dertleştiğim arkadaşımın bir örgütün parçası olup kafasının arkasında bir başka hesap mı, plan mı var?” “Acaba telefonuma, bilgisayarıma, yaşadığım ortamlara, evime barkıma, izleyici, kaydedici, cihazlar, yazılımlar yüklemiş olabilir mi bağrıma bastığım, can dostum dediğim kişi?” gibi ortam zehirlemelerini hangi menfaatiniz haklı çıkarabilir?

Ne kadar doğru bilmiyorum ama mantıklı bir söz: Konfuçyus demiş ki, “Yahu insanları öldürmek için niye bu kadar uğraşıyorsunuz ki azıcık sabredin kendiliğinden ölecekler zaten.” Geçmişte de yani binlerce yıldan beri böyle ortam zehirlemelerine rastlamıştık. Bizim gibi saflar öldü de aklında, kafasında kırk tilkinin kuyruklarını birbirine değirmeden dolaştıranlar, akla hayale gelmeyecek numaraları çekenler, uyanık üstatlar dünyaya -afedersiniz- kazık mı çaktılar? Bakın bu uyanık gafiller için Kul Himmet ne demiş: “Gafil gezme şaşkın, bir gün ölürsün. Dünya kadar malın olsa ne fayda.” Başka ne diyeyim? Sonrasında ne olacağı artık herkesin kendi inancına.

Tabi bunlar hepimiz için birer hayat tecrübesi. Kişisel dünyamızda ilişkilerimizde güven mefumunda çok hassas olmak lazım. Genel geçer kaidelerin muhafazasına itina göstermemiz lazım. her yanlışı ulu orta söylememekte fayda var. Çünkü, bizim zararsız görüp muhabbetini ettiğimiz yanlışların anlatılması ortamın zehrine birer katkıdır. Eğer bir yanlış da varsa gerçeğin en net şekliyle öğrenilip bir an evvel cezalandırılmasını sağlamak gerekir. Böylece yanlışların hoşgörüleceği gibi başka bir yanlışlığın doğmasının önüne geçeriz. Kişisel yanlışlarımızı öğrenip kendimizi düzeltmenin en iyi yolu eleştiriye açık olmaktan geçer. Her eleştiri haklı olmayabilir. Haklı veya haksız olsun hiç önemli değil, eleştiri haklıysa kendimizi, haksızsa karşımızdakini düzeltiriz olur biter. Gözle görülmese de güvenin varlığı hava gibi hayat verir, yokluğu da doğal gaz gibi öldürür.

Haber Revizyon Sayı 16 Şubat lokman ayva 1

Haber Revizyon Sayı 16 Şubat lokman ayva 2

HABER REVİZYON DERGİSİ ŞUBAT 2014

Bir cevap yazın