Gezi Parkı meselesi ağaç ve doğa meselesi olsaydı bu millet yıllardır yanan ormanlar yüzünden yıllarca aynı şekilde sokaklara dökülürdü. Anlaşılıyor ki Gezi Parkı’ndaki ağaç meselesi bu işin bahanesidir.
Buradaki enteresanlık, olayların Başbakan Erdoğan’ın Amerika gezisinden hemen sonra ortaya çıkmasıdır. Anlaşılan odur ki Amerika gezisinde ciddi bir şeyler olmuştur ve bu işin altında yine dış güçlerin parmağı vardır. Aksi halde hangi güç tüm farklı ideolojileri Taksim meydanında düğümleyebilir ve çıkardığı yangını önce Türkiye geneline, sonra da tüm Dünya’ya yaymayı başarabilir?
Normal şartlarda Türkiye’de siyasi bir otoriter anlayışın varlığı ve bazen aşırılık kazanıp diktatörlük boyutlarına ulaştığı inkar edilemez. Diğer taraftan projeleri ile bir varlık gösteremeyen ve bu zafiyeti siyasi çıkara dönüştürmeye çalışan fırsatçı muhalefeti de göz ardı etmemek gerekir. Ancak daha önemlisi ise tüm bu olumsuzlukları ve halkın yıllar içindeki tepkisini kullanıp karanlık emellerini gerçekleştirmek için ülkeyi karıştırmak isteyen dış güçleri asla unutmamak gerekir.
Taksim Gezi Parkı meselesi ile bir anda ortaya çıkan apolitik gençlik hareketini, devreye giren provokatörleri, nereye varacağı belli olmayan neticelerini hafife almamak ve işin üstüne sağduyu ile gitmek halkın ve hükümetin yapacağı en isabetli iştir. Ancak ne yazık ki hükümet cephesi yangına körükle gitme ve halkla idrar yarıştırma yolunu seçerek provokatörlerin değirmenine su taşımaktadır.
Bize One Minute Tayyip demek düşer….
Başbakan’ın Amerika seyahati sonrası aniden gelişen bu olaylar, planlı bir şekilde oluşturulan diktatörlük ve provokatörlük çarkları arasına sıkıştırılmış masum halkın karanlık bir istikamete götürülme, ülkeyi karıştırma ve bir iç savaşa sürüklenme girişiminden başka bir şey değildir.
Olaya baskı gören halk cephesinden baktığımızda, doğal olarak halkın yanında olma vicdani duygusu ve diktatör siyasi anlayışa karşı çıkma fikri normal kabul edilebilir. Asıl yapılmaya çalışılanın gizlenmesi açısından dış güçlerce bu masum mantık özellikle ortaya konmuştur ki halk isyanı her gün daha da tırmansın! İşte olayın püf noktası budur ve oyun da burada gizlidir. Bir taşla onlarca kuş vurma oyunu olan bu hain çalışma ülkemize son on günde bile milyarlarca dolar para ile itibar kaybettirmeye yetmiştir ve olaylar arttıkça da bu kayıp devam edecektir.
Peki, ekonomik kayıp boyutu da olan bu oyununun asıl amacı nedir?
Afganistan, Irak, Suriye, Mısır ve Libya örneklerinde olduğu gibi, dış güçler hedef ülkelerde önceden diktatör bir siyasi rejim ile korku imparatorluğu oluşmasını sağlarlar ve halk yıllarca korku içinde bu baskıya maruz bırakılır. Halkın mağduriyeti zirve yaptığı an plan neticesini vermeye başlar, derhal birileri halka ne yapması gerektiğini telkin etmeye başlar ve bu provokasyon faaliyetleri ülkede bir iç savaş çıkarılana dek sürdürülür.
Sonunda aynı dış güçler yarattıkları canavardan mağdur halkı sözde insan hakları gereği kurtarmak için gelirler ve yönetimi ele geçirirler. Bu ülke bir de uluslar arası savaşa sokabilirlerse olay dış güçlerce tadından yenmez hale gelir. Ne yazık ki ülkemiz de bu sürecin içine sokulmuştur ve başımızdaki Suriye meselesi de önceden altyapısı bu işin devamı olabilecek şekilde yapılmış bir hazırlıktan başka bir şey değildir.
Sayın Başbakan’a Amerika’da dayatılan şeyin ne yazık ki ne olduğunu bilmemiz mümkün değildir; Ancak bilinen bir şey var ki bu kez Sayın Başbakan’ın bile evet diyemeyeceği bir talep sonucu köprüler aniden atılmıştır. Amerika seyahati sonrası hiçbir açıklama yapılmamış ve AKP cephesinde büyük bir panik başlamıştır.
Çıkan olayların ardından AKP’lilerin yazdıkları bir slogan ise çok ilginçtir; “Menderes’i astınız, Özal’ı zehirlediniz, Tayyip’i yedirmeyeceğiz”… Belli ki AKP’liler ve slogana izin veren Başbakan merhumlara ölüm emri veren muhatapları biliyorlar.
Bizim bildiğimiz şey ise bu muhatabın kesinlikle halk olmadığıdır. Olayların hemen ardından Başbakan ve yardımcılarının birkaç gün önce kendilerini ihtişamlı bir şekilde devlet töreni ile karşılayan Amerika’ya ve aynı şekilde Avrupa ülkelerine karşı yaptıkları sert eleştiriler, bizlere belki merhumların muhatapları hakkında bir fikir verebilir.
Türkiye Cumhuriyeti bir müstemleke değildir. Halkından sürekli bilgi kaçıran, yabancılarla kapalı kapılar ardındaki özel görüşmelerle ülkeyi yöneten ve terörist başının yönlendirdiği otoriter anlayışın ülkemizi getirdiği sonuç ortadadır.
Burada yapılması gereken şey, halkın samimi duygularını ifade ederken tertiplenen provokasyon faaliyetlerine alet olmaması, demokratik hakkı olan tepkisini tadında bırakması ve gerekli cevabı seçim sandığında vermesidir.
Ülkemizde oluşturulan otoriter siyasetin varlığını uzun süre sürdürmesinin sebebi, rakiplerinin bir şekilde etkisizleştirilmek suretiyle özellikle alternatifsiz hale getirilmesidir. Tek kale oynanan bu maçın bir an önce halk tarafından çift kaleye çevrilmesi bu siyasi mühendislik hesabını bozacak ve ülkemiz üzerinde oynanan bu tür oyunlara son noktayı koyacaktır.
Meydanlarda hak arayan toplumun artık mevcudu eleştirmek yerine bir an önce alternatif milli siyaseti kurarak ülke yönetimine aktif olarak katılması gerekmektedir.
HABER REVİZYON DERGİSİ TEMMUZ 2013