Eugene Ionesco’nun “Gergedan” adlı muhteşem başyapıtında yalnızlıktan korkan insanoğlu bu korkusunu yenmektense gergedanlaşmayı seçer. Montaigne’nin dediği gibi; acı çekeceğinden korkan insanlar, zaten korkuları yüzünden acı çekiyorlardır! Korku ve insan… Peki, neden korkarız, nedir korkunun sebebi? Daha doğumdan itibaren güvenli ortamından alınan insanın, doğal bir korunma güdüsü içinde olmasından mı? Yoksa bilince kavuşan insanın evrenin gizemleri karşısında ki çaresizliğinden mi?
Sonuçta korktuğumuz açık, korkutulduğumuz da!
Egemen olan ister insan, ister bir topluluk, ister iktidar olsun, maksat aynı; tehdit et ve yönet! Korkuyla sindirilen canlı, insan ya da hayvan fark etmiyor, itaat ediyor ya da etmek zorunda bıraktırılıyor. Kendi vahşetinin resmini (Guernica) tanımayan Nazi subayının, Picasso’ya sorduğu soruya aldığı yanıt ise; korkusuz sanatçının boyun eğmeyişinin resmidir!
Sanat korkuyu tanır, tarifini de yapar ama boyun eğmez. Sanatçı ise yalnızlaşmaktan mıdır ya da yoksunlaşmaktan mı bilinmez, korkabilir. Adeta bir cadı avı yapılırcasına aydın avına çıkılan Mc Carthy dönemi Amerika’sında olduğu gibi, ünlü yönetmen Elia Kazan da korkar ve yakın arkadaşlarını ele verir. Histeri ve korku ortamı, o fitili ateşleyecek herhangi bir olgu ya da insanla ilişkilidir. Korku bir çığ gibi büyüyerek toplumu, toplulukları hatta ulusları etkiler.
“Sanıldığı gibi korkuyu en etkin kullanan edebiyat ve sinema değil; siyasettir.”
Toplumu şekillendiren, biçimlendiren, hatta tasarlayan siyaset, korkutmaya bayılır. Erich Fromm’un tespit ettiği gibi ‘ben’ olmaktan korkan insan, ‘biz’ olmanın içinde yok olur. Siyasal ve kültürel korkuların kendine dayattığı yeni kişiliği benimser ve kendi olmaktan çıkar. Gergedanlaşmanın getirdiği o sahte mutluluk hezeyanıyla evrensel ahlaktan ve bireysel benliğinden vazgeçer.
“Korku, tek tip olmayı, ötekini yok edişi ve kaçınılmaz olarak kabullenmeyi yani boyun eğmeyi üretir.”
Farklılıklarımız bizi zenginleştireceği için mutlak iktidarların korkusu da aynılaştıramadığı toplumdur. Dolayısıyla korku onu yaratan içinde yaşayan içinde aslında aynıdır. Sanatın özgür hali, özgürlükten yana tavrı, onulmaz biçimde ele avuca sığmayan çocuksuluğu, korkusuzluğun da teminatıdır. Ötekileştirerek, yalnızlaştırarak bireyi ayrıştıran siyasi erk, iktidarını kaybetmekten korktuğu içindir ki tehdit eder.
Aslında kendisi korkunun esiri olan iktidar, işte sırf bu yüzdendir ki sanat gibi korku karşısında korkusuz duruş sergileyemez. Sanat ölümsüzdür, iktidarlar ise ölümlü. Nafile bir çabadır korkuların peşinden gitmek, ona teslim olmak. Özgürleşmek isteyecek iktidarlar da anlamalı sanatla daha fazla barışık olunması gerekeceğini.
En büyük korkunuz olan özgürlük korkunuzu yenin! Dünya herkesin özgürleşmek istediği devasa bir cezaevi değildir. Birey olarak, toplum olarak, iktidar olarak evrensel aklın rehberliğinde yıkın birer birer zihninizdeki korku hapishanelerini.
Son söz; aydınlanmaya birer meşale yakan tüm tiyatro severlerin 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü kutlu olsun.
HABER REVİZYON DERGİSİ MART 2103