Bir İstanbul Aşığı SUNAY AKIN

Çocukluk hayalini yaşarken başka çocuklara hayal dünyalarının kapılarını açan İstanbul aşığı yazar, şair ve konuşmacı Sunay Akın ile İstanbul ve İstanbul sevgisi üzerine söyleştik.

Samimi paylaşımlarda bulunan Akın, bundan sonra da yazılarıyla Haber Revizyon’da.
Haber Revizyon: Sunay Akın kimdir? Sizden dinleyebilir miyiz?

Sunay Akın: Okur ve yazar çünkü ben bu yaşıma kadar hayatım boyunca hep okudum ve yazdım. Başka hiçbir şey yapmadım.

Haber Revizyon:  İlk yazma yeteneğinizi nasıl keşfettiniz ve ilk kimin için yazdınız?

Sunay Akın: Saatli maarif takvimi için! Çocukluğumda; duvarda, saatli maarif takvimi asılıydı. Her yaprak bir günü gösterirdi. Ağabeyim ve ben evde. İkimiz de okula gitmiyoruz. O benden bir yaş büyük. Annem şöyle bir oyun oynatırdı. Yemeğini tabağında bir lokma bile bırakmadan bitiren, akşamüstü yaprağı koparacak ve arkasındaki şiir onun olacak. Annemin amacı belli; yemeklerimizi bitirtmeye çalışıyor. İşte biz ağabeyimle yarışırdık. Ne için? O şiire ulaşmak için! Ama benden bir yaş büyük olan ağabeyim okula başladı ve yarış bitti çünkü ben çabuk çabuk yemeğimi yerken, o yemeği yavaş yavaş ağzına götürüyordu. “Ha ha, bitir… Okuyamazsın ki!” diyordu; çünkü okuma yazma öğrenmişti artık. İşte ben takvim yapraklarının arkasındaki o şiirlere ulaşabilmek için, kendi kendime okuma yazma öğrendim. İlkokula başladığımda okuma yazma biliyordum ve ilk şiirimi yazdığımda yedi yaşındaydım. Evimizin gardırobunda elbiseler asılıydı. Elbiselerin asılı olduğu askıların arasında bir askı boştu. Hüzünlendim, üzüldüm. Ona yazdım. O boş askıya; “üşümüyor musun?” diye sordum. O günden beri de okuyup yazmaya çalışıyorum.
Haber Revizyon:  İstanbul adına yazdığınız birçok yazınız var. İstanbul kendini nasıl bu kadar sevdirdi?

Sunay Akın: Ben İstanbul’da doğmadım. Ne mutlu bana ki İstanbul’da doğmadım.

İstanbul’da dünyaya gelen insanlar gözlerini İstanbul’dan çok uzaklarda açarlar.

İstanbul’da doğanlar kadar bu kenti sevemez. Ne mutlu bana ki Trabzon’da doğdum. Ben ilk kez İstanbul’u nerede gördüm biliyor musun? Sinemada. O büyülü dünyada. Beyaz perdede o güzel otomobillerin, o güzel kadınların ve yakışıklı adamların, güzel kıyafetli insanların dans ettiği bir yer İstanbul.

Sonra ben İstanbul’u biriktirdim. Benim çocukluğumda küçük kibrit kutuları vardı. Onların üzerinde İstanbul’un tarihi resimleri vardı. Ben İstanbul’u o kibrit kutularından biriktirdim.

Sen ilk tıraşını hatırlar mısın? Ben hiç unutmam çünkü Trabzon’da ilk tıraş koltuğuna oturduğumda 4-5 yaşındaydım. Hiç unutmuyorum. Koltukta ellerin konulduğu yere tahta koymuşlardı. Boyum kısa diye üstüne oturmuştum.

Berberin aynasının tam üstünde, Hayat Mecmuası’nın ortasında, çerçevelenmiş İstanbul manzaraları vardı. Ben İstanbul’a baka baka tıraş oldum. Hiç unutmam işte bu yüzden. Ne mutlu bana ki İstanbul’da doğmadım. Çünkü ben İstanbul’u özledim. Ben İstanbul’da olmayı hayal ettim. Ve 10 yaşımda bu hayalime kavuştum.

Haber Revizyon: Peki İstanbul’a gelmeden önce fotoğraflardan resimlerden takip ettiğiniz kadarıyla en çok merak ettiğiniz yer ya da kafanızda en çok soru işareti bırakan yer neresiydi İstanbul’da?

Sunay Akın: Bir eve misafirliğe gitmiştik annemle. Çaylar dağıtıldı; çay tabaklarının içinde İstanbul’un resimleri vardı.

Rumelihisarı, Galata köprüsü, Galata kulesi, Dolmabahçe, Ayasofya… Annemin tabağının içinde, su içinde beyaz bir kule duruyordu. Sordum; “anne burası neresi?” diye. “Kız Kulesi yavrum” dedi. Benim için İstanbul’da Kız Kulesi, pergelin içerisidir. Her zaman için Kız Kulesi.

Bu yüzden zaten benim bütün eserlerimde ve kitaplarımda Kız Kulesi mutlaka görülür.

Haber Revizyon:  Kızkulesinin şu andaki kullanım şekli ile ilgili neler düşünüyorsunuz?

Sunay Akın: 1992 yılında ben Kız Kulesi’ne kütüphane ile çıktım. Bildiğin kütüphane yaptırdım. Kitaplar dizdim. Ve Kız Kulesi o güne kadar hep kötü amaçla kullanılmış. Tutuklular götürülmüş, işgal yıllarında İngiliz karakolu olmuş, İstanbul vapurlarındaki fareleri öldürmek için siyanürler orda depolanmış.

İlk kez sanatı götürdüm. Bilginin ışığını götürdüm. Bundan Sonra Burası Şiir Cumhuriyeti Orada müzik dinletileri, şiir akşamları düzenledim. Sergiler açtım. Bir müze olsun, sanat merkezi olsun istedim. Ne yazık ki, özelleştirme kapsamında şöyle tanımlandı; “900m2 inşaat alanı”.

Bir tarihi esere “inşaat alanı” diyen bir milletin geleceği aydınlık olamazdı. Buna karşı çıktım. Mimarlar Odası ve Türkiye Yazarlar Sendikası olarak kurduğumuz Kız Kulesi Derneği ile bütün o yasal mücadeleyi sonuna kadar götürdük. Ve haklı çıktık. Ama iş işten geçti. Kafeterya ve satış merkezi olmak üzere iade edildi.

Bütün bu müzelerin, merkezlerin bir ticari işletmesi vardır. Bu rant ya. Sorsan, burada bu efendiler kapitalistler.
Kapitalizm çok kötü, kapitalizm yok ediyor, kapitalizm tüketiyor. Yalan. Niye? Ukalalığıma ver. Ben dünyayı gördüm. İngiltere’yi gördüm. Fransa’yı da, İtalya’yı da, Almanya’yı da gördüm. Orda bir ağacın dalını kırabilir misin? Orda bir tarihi eserin tuğlasını sökebilir misin? Suyunu kirletebilir misin? Onlar da kapitalist. İlgisi yok. Buyur git, İsviçre’de bir şeye zarar ver.

Olay ne biliyor musun? Burjuva kültürü. Bizde burjuva kültürü ideolojik bir tanımlama olarak kullanılıyor. Bu da çok yanlıştır. Burjuva, “kendi” demektir.

Yani kendi yaşamayı talep eden biri isem İstanbul’da hep neyi talep ederim ben? Müzik isterim, park isterim, yeşil alan, kültür merkezleri isterim, sinemalar, sanat merkezleri, tiyatrolar, spor alanları isterim. Ama ben İstanbul’a, “ben buradan malı nasıl götürürüm” diye bakarsam; işte o burjuva değil. O Kırım Kongo kenesinden daha tehlikeli!
Ben ülkemde müzecilik konusunda mücadele veriyorum yıllardır. Ondan da rahatsızım çünkü öyle teklifler geliyor ki benim karşıma artık.

“Sunay Bey, müzecilik Türkiye’de bakir bir konu oldu. Burada para var. Biz parayı bulalım.”

O da o kadar türedi ki. Yani simit sarayı gibi müzeler açılmaya başlanırsa şaşırmayın. Simit sarayı ne kadar saraysa, onlar da o kadar müze. Müze aydınlanmanın belleği hafızasıdır. Elbette ki müzelerin içerisinde kafeteryası olacak. Dünyadaki bütün müzelerde var. Oturup yemeğimizi yiyoruz, içeceğimizi içiyoruz. Ama bunun için mi gidiyoruz oraya? Biz daha bunu anlayamadık.

Haber Revizyon: Biraz önce saydığınız ülkeleri Türkiye’yle karşılaştırdığınızda Türkiye sanat ve sanatçıya destek konusunda hangi konumda?

Sunay Akın:Bu ülkelerde düşüncesinden dolayı hiçbir yazarı cezaevinde bulamazsın.

Şu an binlerce yazar, yayımcı ceza evinde. Yani Türkiye 12 Eylül’ün politikalarını sürdürmeye aynen devam ediyor. Hiçbir şey değişmedi. Vicdanı olan herkes bunu görür.

Haber Revizyon: Politikaya girme konusunda neler düşünüyorsunuz?

Sunay Akın: Biraz ukalalık yapayım. Ben balinayım, sığ sularda yaşayamam. Ben derinlikleri seviyorum. Politika var ya; içinde yüzen kaya balıkları. Ben balinayım. Onların da yeri var. Küçümsemiyorum onları. Ama ben balinayım. Ben derinlikleri severim.
Yani ben hayatımda hiçbir zaman denize deve güreşi yapmak için gitmedim. Denize hep dalmak için gittim. Kaptan Custo gibi. Benim çocukluğumun kahramanı da kaptan Custo’ydu. Televizyonla arama leğen koyardım. Kafamı suya daldırıp çıkarıp seyrederdim. Peşinden gidiyordum. Yani ben denize hep dalmak için gittim. Derinlikleri merak ettim ama o esnada kıyıda birileri deve güreşi yapıyordu. Ben deve güreşini sevmiyorum. Benim için politika, deve güreşi yapmaktan başka bir şey değildir. Yapanlar var mutlu olsunlar. Deniz herkese açıktır.

Haber Revizyon:  Haber Revizyon olarak değerli paylaşımlarınız için okurlarımız adına teşekkür ederiz.

Sunay Akın: Ben teşekkür ederim. Haber Revizyon’a yayın hayatında başarılar diliyorum.

haberrevizyon eylül 2012 sunay akın 1 haberrevizyon eylül 2012 sunay akın 2

HABER REVİZYON DERGİSİ EYLÜL 2012