Aşk, gençlerin en tutkulu, en özene muhtaç, korunması için özen isteyen, varlığımızın enerji deposu, hayatta kalmamızın ana motifi ve say saya bildiğin kadar. Şiirdir, müziktir, zevktir, neşedir amma velakin zamanı geldiğinde, saçma bir tutkuya da dönüşebilir.
Üniversitede 5. Sınıfta, bir kız arkadaş buldum. Hayalimin en kutsal duygularımla ona yöneldim. Bir gün öğrendim ki, meğer evlenmiş boşanmış biriymiş. Bunu duyduğum gün buluştum. Edirne Kapı surlarının yanından geçerken, yıkılmak üzere olan bir duvarın yanında, tek düşündüğüm ve aklıma gelen şey, bu duvarın yıkılması ve benim ölmemdi.
Yıllar geldi geçti, aşklar şekil değiştirdi. Zamanla aşk hakkında konuşan en yetkili kişi ben oldum. Bir panelde, birkaç panelist ile bu konuyu konuşuyoruz. Sıra evliliklere geldi. 10 yıldan sonra evlilik aşklarının, bozulacağını söyledim. Konuşmacılardan biri o zamanlar güzellik kraliçesi seçilmiş ve yeni evlenmişti. Ben sözümün yorumunu yaparken bana düşman gibi bakıyor, yanındaki arkadaşına beni elinden gelindiğince, aşağılıyordu. Bunu bakışlarından ve yüz mimiklerinden anlıyordum. 10 yılı içine sindiremeyen bu panelist arkadaşımız, 3 yıl sonra boşandı.
Değerli gençler, iki örnekten çıkan genel sonuç şu: “Uzun vadeli düşünün ama, aşkı korumanın en zorlu uğraşı, özveri ya da direniş olduğunu unutmayalım.” Mesajım 3-4 kelime: “Onu, yüreğimizdeki duygularınızı ve gelecekte ona saygınızı çok iyi koruyun ki, ruhunuza ihanet etmeyin. Yani, aşkın kurallarını yaşayın, bitiş noktasına gelince onu incitmeden altın bir kafes içinde yüreğinizde yaşatın.
Aşkılar gününüz kutlu olsun.