Haber Revizyon Dergisi Proje Yönetmeni Halil PETEK, CHP İstanbul 3. Bölge Milletvekili adayı Süleyman Çelebi ile 47 yıllık siyaset hayatı, siyasetin şu anki durumu ve geleceği üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdi.
Halil PETEK: 13 yaşında çocuk işçi olarak çalışmaya başladığınızı biliyoruz şu anda 62 yaşındasınız aradan geçen zamanı özetler misiniz?
Süleyman ÇELEBİ: Çok uzun bir hayatım var. Ordu / Perşembe doğumluyum, 13 yaşında İstanbul’a geldim ve gelir gelmez fabrikada çalışmaya başladım. Çocuk işçiliğimden beri 47 yıldır mücadelenin içerisinde olan birisiyim. Beklide Türkiye’de ilk olan bir şeyi yaptım, 18 yaşımda Tekstil İşçileri Sendikası Eyüp şube sekreterliğine seçildim, Dünya’da böyle bir örnek yoktur. 19 yaşında ise Tekstil İşçileri Sendikası Eyüp şube başkanı oldum. Böyle bir örnekte yok Türkiye’de.
Askere gidene kadar bu görevlerimi amatörce yürüttüm. Askerliğim biter bitmez tekrar kendimi sendikal mücadelenin içerisinde buldum.
Tekstil İşçileri Sendikası Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçildim ve daha sonraki yıllar Marmara Bölge Temsilciliğine ve Genel Yürütme Kurulu üyeliğine seçildim, diğer taraftan da sendikanın Genel Sekreterliği gibi görevlerde bulundum ve genel başkanlık sürecini sürdürdüm.
12 Eylül öncesinde DİSK’in Örgütlenme Daire Başkanlığına seçildim. 12 Eylül zamanında 4 yıl hapis yatıp, idamla yargılandım. 12 Eylül cuntası beni sendikal yaşamdan koparttı.
Sendikal faaliyetlerimiz uzun süre askıda kaldı. Dünyanın en büyük davalarında bir tanesi disk davasıdır tam 12 yıl sürdü ve bu geçen süre boyunca mücadeleden bizi ayırdılar. Sendikal dava açısından bakıldığında 1477 sanıklı 12 yıl süren bir dava beraatla sonuçlandı. DİSK tekrar açıldı ve Genel Sekreterlik görevine getirildim.
2000 yılında da DİSK genel başkanlığına seçildim ve 11 yıl sürdü. Bu sürecin tamamına bakıldığı zaman en uzun süre DİSK yöneticiliği yapan, en uzun süre Tekstil İşçileri Sendikası yöneticiliği yapan biriyim.
Bu mücadelede epeyce katkı verdim, bu ülkenin işçilerinin, mağdurlarının sesi olmaya devam ettik. Her konuda mücadele alanında olduk, yalnız reel olarak işçilerin ücretlerini değil, toplumsal rollerini de değiştiren, toplumun her kesimini ilgilendiren sorunlara duyarlı kaldık. Bu duyarlılığımız mücadele alanlarında sürdü dolayısıyla bugün sokaktaysak, bugün alanlardaysak, bugün tekrar vatandaşlarla karşılaştığımda tabiî ki bütün bu süreçlerin karşılığında bizi tanıyanlar, bizi görenler, bizi bilenler bizimle doğrudan kucaklaşıyor, hem DİSK’in genel başkanlığında, hem Tekstil İşçileri Sendikası yöneticiliği yaparken, parlamentoda verdiğim mücadelede gerçekten taktirle karşılıyorlar.
2011 yılında Cumhuriyet Halk Partisi 3. Bölge milletvekili oldum. İlk defa Türkiye’de eylemi meclise taşıyan insanım, vatandaşların sorunlarını yalnızca mecliste ifade etmedim, bunu eylemsel olarak ta meclis kürsüsüne taşıdım, bunu yapmamın nedeni bir şova dönüştürmek değil. Çünkü diğer konuşmalarımızın hiç birisi yansımıyor, bunlar görmezden geliniyor, orada çok içerikli başka arkadaşlarında konuşmaları aslında dikkate alınmıyor. Dolayısıyla eylemle bunları meclis kürsüsünde defalarca dile getirme fırsatı buldum.
Sonuç itibari ile bu 47 yıllık mücadelemin tamamı bedeller ödeyerek, mücadele ederek ama bu mücadelelerden bir haz alarak geçirdim.
Benim en çok sevindiğim an bir sorunu çözdüğüm zamandır, benden mutlusu yoktur o zaman. Herhangi bir sorun sağlıktan, işsizliğe, haksızlıktan, haklılığa dönüştürme mücadelesinde başarılı olduğum an kendimi en mutlu insan olarak hissederim. Yapamadığım zamanda kendimi en çok üzen ve kahreden insan noktasında olurum.
Mücadelem boyunca aileme vakit ayıramadım, evliyim iki kızım var. Sabah erkenden çıkıp gece dönüyorum bazen mecliste sabahlayarak, bazen diğer eylemlerde işçilerle sabahlayarak 3 gün, 4 gün, 5 gün onlarla beraber olarak bu mücadeleyi onurluca sürdürdüm.
Şimdi tekrar CHP İstanbul 3. Bölge Milletvekili adayıyım.
Halil PETEK: 4 yıllık tutukluluk süreciniz ve yaşamınızda bedeller ödediğinizde bahsettiniz, bu bedeller ne idi?
Süleyman ÇELEBİ: Biz neden yargılandık öncelikle buna bakmak lazım, daha önce verdiğimiz mücadelelerden yargılandık. Türkiye’de bugün uygulamada olan hatta ismi yasal düzenlemelerle değiştirilen DGM’lere (Devlet Güvenlik Mahkemeleri) karşı çıktığımız için, hakimlik yasasına karşı çıktığımız için yargılandık, 15 – 16 Haziran direnişlerinde işçilerin mücadelelerini sürdürdüğümüz için yargılandık, grevler yaptığımız için yargılandık, işçilerin haklarını aradığımız için yargılandık, bu 4 yıllık sürenin tamamında da bunları savunduk.
1 Mayıs’ları kutladığımız için yargılandık. 1 Mayıs’larda yeniden Taksim’e çıkış konusunda önemli mücadeleler verdik ve daha sonrasında epeyce bedeller ödedik. Gaz yedik, cop yedik ama ilkesel olarak hiçbir zaman vazgeçmedik. 2010 yılında en kitlesel kutlamaların yapıldığı zamanda doğru önderlik yaptığıma inanıyorum. Yalnız ben değilim tabiî ki bu sürece katkı veren tüm arkadaşlarla birlikte yaptık. Dolayısıyla 4 yıllık yargılama şu idi; bu ülkede yürüttüğümüz mücadelenin siyasal boyutu var, sen daha çok nerede duruyorsun’un hesabını sordular.
Biz işçilerin yanında durduk, ben meclise girerken de bunları söyledim ben işçiyim işçi kalacağım dedim. Onların sözcülüğünü yaptım hem hapishanedeki 4 yıl hem sonraki DİSK Başkanlığı görevimde, hem de milletvekilliği dönemimde yaptığım tek bir şey var, çünkü ben işçilikten gelen biriyim, çocuk işçiliğin ne olduğunu bilirim, işçilerin ve özellikle gençliğin nasıl sömürüldüğünü biliyorum, özellikle buradan geldiğim içim çocuk emeğinin nasıl sömürüldüğünü biliyorum.
Haksızlıklara karşı isyanım vardı, direnişim vardı ve bunlarında bir cezası vardı. Bu bedelleri ödeyerek geldik. Benim için o davalarda yargılanmak bir onurdur. Türkiye’de hiçbir şey bedel ödenmeden kazanılmıyor demokrasi bedel ödenmeden elde edilmiyor, bu mücadeleyi yalnız biz vermedik dünyada bu mücadeleleri veren birçok insan var onlar da bedeller ödeyerek hatta bazen bedenlerini kaybederek bu mücadelenin içerisinde kendilerini bir noktaya taşımışlardır.
Mücadele ediliyorsa mutlaka başarı da vardır.
Halil PETEK: Siyaset hayatına CHP’de başladınız. Neden siyasete girdiniz?
Süleyman ÇELEBİ: Sendikal mücadele siyasal mücadelenin bir parçasıdır, aynı zamanda temel hakların kullanımının bir yanı da siyasal mücadele vermekten geçiyor. DİSK açısından baktığımda şöyle bir siyasal anlayışın arkasında değiliz, sendikalar dışarıdan baktığınızda sadece ücret sendikacılığı modeli uygulayamazlar, daha önceki o yargılamanın içerisinde tütün işçilerinin, çalışanlarının, köylülerinde haklarını koruduk, pamuk üreticilerinin de fındık üreticilerinin de haklarını koruduk. Türkiye’de sorunu olanın yaşamına müdahale ettik bir şekilde.
Bunun bir siyasal boyutu var tabi DİSK, Devlet’ten bağımsız bir sendikal anlayıştır, sermayeden bağımsız bir sendikal anlayıştır, siyasi partilerden ayrı bir harekettir dolayısıyla tabi ki hepimizin bir siyasal kimliği var ama temsil ettiğimiz sınıfın ve emekçinin çıkarları bizim için önceliklidir. Mensubu olduğumuz parti örneğin işçiler aleyhine bir uygulama yaparsa ona da karşı çıkarız ki buna karşı da verdik mücadelemizi.
Bülent Ecevit zamanında destekleme kararı da verdik ama yanlış yapıldığında eleştiri uygulamalarını, eylemlerini de yaptık yani bağımsızlık dediğimiz böyle bir şeydir. Ben uzun yıllar Cumhuriyet Halk Partisi’nin bütün kademelerinde çalıştım, 18 yaşımda üye olup Eyüp gençlik kollarında başladım. Gençlik kolları yönetimde, sonrasında il işçi komisyonunda çalıştım. 12 Eylül’de CHP kapatılmasından sonra SODEP – SHP birleşmesinde Altan Öymen döneminde parti meclisi üyeliğine seçildim.
Siyasal mücadelemi sendikal anlamda hiçbir zaman birbirine karıştırmadan yaptım. Bütün herkesin bir siyasal görüşü ve duruşu vardır, bizim en çok üzerinde durduğumuz konu sendikal mücadeleyi doğru temelde yürütmek, doğru emekten yana bir siyasal iklim ortaya koymak, mevcut siyasal partilerden yana bir tercihiniz oluyor. Bende CHP Bülent Ecevit dönemi, bizim için Karaoğlan dönemiydi ne ezilen, ne ezen insanca, hakça düzen diyen bir sloganla ortaya çıktı, Toprak kullananın, su kullananın diyen bir sloganla ortaya çıktı, daha çok emek en yüce değerdir diyen bir siyasal kimlikle ortaya çıktı.
Daha çok emekçilerin sorunlarını, Bülent Ecevit Çalışma Bakanlığı döneminde de, sendika yasasının çıkarılma döneminde de attığı önemli adımların işçi sınıfının bizimle olduğunu gördük. Mücadeleyi beraber verdiğimiz zamanlarda oldu, eleştirdiğimiz zamanlar da oldu, bunları eleştirdiğimiz dönemler o bağımsızlık karakteri içerisinde yaptığımız dönemlerdir.
Halil PETEK: Şimdiki zamana gelirsek siyasetin ve ülkenin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Süleyman ÇELEBİ: Bir siyasetçi olarak değil her şeyden önce bir vatandaş olarak Türkiye zaman zaman gerilimli dönemler yaşadı ama bu yaşadığımız dönem çok ayrıştırıcı, çok kutuplaştırıcı, çok baskıcı bir dönem. Biz kahrolsun faşizm derken, mecliste bu sloganı 5dk içerisinde 238 defa söylerken duyduğumuz kaygıdan kaynaklanıyor. İlgi çekmek için atmadık o sloganları. Türkiye ciddi anlamda bir blokaja doğru gidiyor. Türkiye şu anda tam bir kutuplaşmanın içerisinde, ayrışmanın içerisinde ve Türkiye şu anda tam bir baskıcı rejime doğru gidiyor.
Bırakın bir siyasetçi ve milletvekili adayı olarak bütün içtenliğimle söylüyorum bir işçi, bir emekçi olarak, bu ülkede demokrasi mücadelesi vermiş bir kişi olarak büyük bir kaygı duymaktayım. Bu kaygımı haklı kılan birçok uygulamalar da var.
Türkiye’nin her dakikası baskıcı bir rejime doğru gitmekte olduğunu görüyorum buna maalesef parlamentoda verdiğimiz mücadelelerde yeterli kalmadı. Burada millet olarak, millet kimliğiyle artık herkes bütün siyasi versiyonları bir tarafa bırakmalı ve bu sürece bir dur demeli, millet dur demeli.
Faşizm bir günde kapınızı çalmıyor, Hitler’de sonuçta seçimle geldi, diğer faşist yönetimlerde birtakım yöntemlerle iş başına geliyor ama sonra bir şekilde diktatörlüğe doğru gidiyor. Ben demokrasi ve hukukun bugün ayaklar altına alındığı bir dönemi Türkiye’nin yaşadığını görüyorum. Anayasanın, yasaların artık işlemediği bir dönemi Türkiye yaşıyor. Yargı kararları uygulanmıyor, anayasayı beğeniriz beğenmeyiz bizimde bu anayasaya çok eleştirimiz var. 12 Eylül ürünü bir anayasa ama bu anayasayı yerle bir eden tanımayan… Değiştirene kadar bu anayasa geçerlidir. Diğer yasalar da geçerlidir.
İşte bugün kadrolaşmalarda bunu görüyoruz, farklı mezhepte, farklı siyasal anlayışta olan insanlar bu ülkede KPSS sınavlarında aldığı puanlar ne olursa olsun, yetenekleri ve becerileri ne kadar güzel olursa olsun, kesinlikle dikkate alınmıyor. Türkiye’nin gerçek mağdurları daha da çok mağdur edilerek, daha çok onlar baskı altında tutularak bir otoriter yapı şu anda gidiyor onun için buna milletin bir dur demesi lazım. Burada bütün toplumsal güçlere görev düşüyor, özellikle de muhalefet partilerine de bu konuda görev düşüyor, birbirlerinin kurdu olmadan, birbirleriyle uğraşmak yerine, temel bir demokrasiye karşı buluşmaya ihtiyacı var, toplumsal muhalefetlerin bir araya gelmeye ihtiyacı var. Yeniden Türkiye’nin o hukukunu kazanmaya ihtiyacı var.
Ben sizlere bir sürü sorun sayarım; işsizlik sorunu, yoksulluk sorunu, eğitim, sağlık, çevre yüz tane sorun sayabilirim bunlar önemli sorunlar, çok can alıcı sorunlar, toplumu birebir ilgilendiren sorunlar bu tamam ama bana sorarsanız birinci sorun nedir diye? Türkiye’nin birinci derecede onarılması gereken hatta yeniden inşa edilmesi gereken bir hukuk sorunu var. Bu ülkede hukuk yok, adalet yok. Hukuk ve adaletin olmadığı bir Türkiye’de yaşıyoruz şu anda. Kağıt üzerinde var gibi göstergeler, uygulama da böyle değil. Bugün vatandaşın önüne gidip hukuktan bahsettiğinizde, hukukun cezasını bireysel olarak görmediği için hukuka fazla girmiyor! Daha çok ekonomik koşulların öne çıktığı, daha çok bireysel taleplerin öne çıktığı ki bunlara yüzde yüz katılıyorum zaten diğer türlü de mağdur edilmişler. Hukukun yeniden inşa edilmesi birinci sorundur.
Halil PETEK: Mevcut hükümetin işçi hakları çalışmalarını nasıl buluyorsunuz?
Süleyman ÇELEBİ: Mevcut hükümetin işçi hakları diye bir çalışması yok. Tam tersi işçi haklarını yok etme diye bir çalışması var, bugüne kadar bütün uygulamalarında bunları ortaya koydu örneğin bu ülkede emeklilik yaşı 65’e çıkarıldı. Çok genç yaşta emekli olunsun demiyorum, Türkiye emekliler ülkesi olsun demiyorum ama 50 – 55 yaşındaki vatandaş bütün haklarını, bütün sigortasını ödediği, süreyi tamamladığı halde sırf yaşı beklemesinden kaynaklanarak emekli olamıyor.
Bu insanların 55 yaşında iş bulma olanakları yok, 50 yaşında fabrikaya giden hiçbir insanı işe almıyorlar. Bu insanlar sağlık hizmetlerinden de yararlanamıyorlar.
İşçi ölümlerinde biz dünya üçüncüsü, Avrupa birincisi bir ülkeyiz. 16 – 17. büyük ekonomiden bahsediyorlar bu 17. büyük ekonomi nasıl oluyor ilk önce oradan bir bakmak lazım.
Bu ülkede çalışanları yüzde 64’ü asgari ücret veya düzeyinde bir rakam alıyor ve bunun karşılığı Türkiye’de çalışma süresi haftada 45 saat, yaklaşık haftalık ortalaması 52 saat olduğunu hükümet kendi belgelerinde ortaya koymuş. Hatta Avrupa’ya diyor ki gelin bize yatırım yapın bizde çalışma süresi 52 saat! Açlık sınırının altında bir maaşın karşılığı 13 – 14 saat, 16 saat çalışan işçiler var! Bununla övünüp büyüyen Türkiye derseniz bunun üzerinde beslenirseniz bu iyiye giden bir durum değildir. Avrupa ortalamasının çok üzerinde bir çalışma süresi var.
Bedeller ödenerek bu sömürme düzeninden birtakım insanlar köşe dönmüş olabilir ama bu ülkenin emekçileri her geçen gün daha da borçlanıyorlar, kredi kartları zaten patladı, çekler ve senetler ödenemez duruma geldi.
Dolayısıyla işçi ölümleriyle sonuçlanan iş kazalarına, işçi cinayetlerine bakıldığı zaman bütün bunların bedelleri işte! Soma’da rödovans sistemi, kiralama sistemi, yani ne kadar kömür çıkarırsan o kadar kârâ geçirilen hatta o işletmelerin müthiş bir kar ettiğini söyleyen anlayışın bir bedeli var. O bedeller de ölümlerdir! Ölümleri de kimse getiremez.
Bu anlayış emekçilere bakışın nerede olduğu, nerede durduğu belli! Onlar için işçi ölümlerini, onlar için sömürünün bir anlamı yok onlar için kazancın, sermayenin çıkarlarının bir anlamı vardır. Açlık sınırı 1.440 lira, bakıldığı zaman bunu yalnız ben söylemiyorum HAK-İŞ, MEMUR-SEN, TÜRK-İŞ, DİSK, KAMUSEN, KESK söylüyor.
Taşeronda 890 bin işçi var. Taşeron işçilik demek kölelik çalışma düzeni demek. Türkiye yeniden kölelik çalışma koşullarına dönmüştür. 1 Mayıs’ın doğuş nedeni nedir?
Kölelik koşullarına karşı bir direniştir. 13 – 14 saatlik çalışma koşullarına karşı 8 saatlik iş gücünü elde etme mücadelesidir.
Bakın taşeron uygulaması çok önemli bir uygulamadır, taşeron işçiliği hizmet kiralamadır. Zaten parası çıkan işçiye 950 lira verip taşeron firmanın 1700 lira aldığı bir rakamdan bahsediyoruz. Hepsinin aşağı yukarı 2000 lira ve üzerinde ihalelere çıktığını her işçi başına en az 500 lira, 700 – 800 lira taşerona verdikleri bir kaynaktan bahsediyoruz. Ne yapıyor taşeron o parayı?
Taşeron olayı bu, emeklilerin olayı bu! Bugün 8 milyona yakın emekli açlık sınırında maaş alıyorlar. Bunları çözeceğiz dediğimiz zaman da kıyametleri kopuyor. İşçiler bu anlamda perişanlardır. Bugün Tofaş direnişi, Renault’taki direniş işçinin kendi duyarlılığından ortaya çıkıyor, onları kimse yönlendirmiyor, zorlamıyor.
Sendikanın yaptığı toplu sözleşmeye rağmen 500 – 600 lira daha düşük ücret almalarına karşılık bir direniş ortaya koyuyorlar. O nedenle her geçen gün temel hakları, özgürlükleri, yaşam haklarına bakıldığında Türkiye’de işçilerle ilgili bu iktidarın şu güzel örneği yaptı diye bir uygulaması yoktur.
Ortada tam 3 yıl önce çıkartılan bir yargı kararı var karayolları ile ilgili. 3 yıl önce taşeron işçileri bizim asıl işimiz karayollarıdır diye dava açtılar, davayı kazandılar, Yargıtay onadı, 3 yıldan beri yargı kararları uygulanmıyor. Yargı kararları uygulanmazsa bir ülkede Türkiye’nin nereye gittiğini nasıl izah edeceğiz?
Bu sadece karayollarında değil Sağlık Bakanlığı bünyesinde, üniversitelerde buna benzer kararlar var. Asıl işte çalışması gereken işçilerin taşeronda çalıştırıldığına dair yüzlerce mahkeme kararı var.
İşçilerle ilgili yaşanan perişanlık ortada!
Halil PETEK: 7 Haziran için seçim stratejileriniz neler?
Süleyman ÇELEBİ: Yaşanılacak bir Türkiye ile yaşamın bütün alanlarını ilgilendiren her alanda projelerimiz var. Klasik bir çalışma, popülist politikayla hazırlanan bir tarzla hazırlanmadık. Emeklilerle ilgili bildirgemizi emekli sendikaları ve dernekleriyle hazırladık. Uzmanlar ile uzun uzun tartıştık, konuştuk ve gerçekçi ne olabiliri çok net ortaya koyduk. Emeklilere 2 maaş ikramiye diyoruz örneğin, bunu yalnız onların oyunu almak için değil onların gerçekten yaşam alanlarını kısmen iyileştirmek için atılan bir adım olarak görüyorum.
En az 1500 lira ücret verilmesi, asgari ücretin 1500 lira olması, emeklilerin emekli olmaları halinde bir insan halen geçinemiyor ve çalışma zorunluluğu doğuyorsa ona bir cezai yaptırım olarak gördüğümüz %10 kesintinin kaldırılması ve yine emeklilerin ilaç katkı paylarının, doktor muayene katkı paylarının kesilmemesi konusunda, maaş bağlanma oranlarının yeniden değiştirilmesine, intibak yasasının çıkartılmasına kadar emekliler ile ilgili çok ciddi bir projeyle çıkıyoruz.
Bir de emeklilikte yaşa takılan gruplar var 5 milyon kişiyi ilgilendiriyor bu konu. 5 milyon aileyi ilgilendiriyor; emeklilik hakkını kazanmış, primini ödemiş ama yasadan kaynaklandığı için engellere takılan 50 – 55 yaşına gelmiş sağlık hizmetlerinden yararlanamayan yurttaşlarımızın sağlık hizmetlerinden yararlanabileceği bir düzenlemeyi hemen uygulamaya koyacağımızı net olarak ifade ediyorum. Emeklilikte yaşa takılanların sorunlarını çözen bir iktidar hedeflediğimizi çok açıklıkla ortaya koyduk.
İşsizlik sorununu çözeceğiz. İşsizlik sorununu çözmek yalnızca slogan ile olmaz biz programımızda çok net açık bir şekilde ifade ettik Türkiye’de çalışma süresinin 40 saate çekilmesini vaat ediyoruz. Bunların hepsinin hesapları kitapları yapılarak, asgari ücret 1500 liraya çıktığında emekli maaşları 1500 liraya çıktığında reel olarak bundan esnafta kazanacak, yine reel olarak bundan ekonomiye bir dönüşümde olacağını çok net ifade ediyorum çünkü vatandaşın alım gücü varsa esnaf bundan yararlanabilir, üretim bundan yararlanabilir. Dolayısıyla bunların geri dönüşümlerini ve kaynaklarını tek tek bularak, bulmadığımız hiçbir kaynağı bu topluma vaat etmiyoruz.
İşsizlik sorununu çözeceğiz ama bir yılda çözeceğiz demiyorum. Kısa vadede çözeceğimiz sorunlar var mesela asgari ücreti gerçekten hemen devreye sokacağız 1 yıl içerisinde en az 1500 lira olacak, hemen iktidara gelir gelmez emekli maaşlarını ve ikramiyesini bu bayram da dahil verme konusunda taahhütlerimiz var. Bunun yanında özellikle üretici çiftçileri ilgilendiren mazotu 1,5 liraya indireceğimizi ifade ediyoruz.
Dolayısıyla bunu söylerken mazotun ucuzlaması halinde Türkiye’de tarımın yeniden canlanacağını, bugün domatesin 5 lira olduğu en temel tüketim maddelerinin bu kadar pahalı olmasının nedenini ortadan kaldırarak, ette ve diğer gıda ürünlerinde daha ucuz ve kaliteli bir yaşamın hayata geçeceği bir düzenden bahsediyoruz.
Tahribata uğrayan eğitim sistemini yeniden işlevsel bir hale getireceğimizi, sağlık hizmetlerinden herkesin ücretsiz yararlandığı bir sisteme dönüştürüleceğimizi, çevre sorunlarından, engellilerin sorunlarına gelinceye kadar bütün yaşam alanlarını hemşirelerin sorunlarından, doktorların sorunlarından, atanamayan öğretmenlere, her vaadimizin tek tek karşılığını uzun uzun analizlerden ve gerçekçi politikayla bir seçim bildirgesi ortaya koyduk. Umuyorum ki bu seçim bildirgesi algısını toplum doğru kavrar ve bizim iktidara taşınma sürecimize katkı verirler. Mesele bizim iktidarımızın önüne geçti, şu anda benim seçilip seçilmemem noktasında çıktı artık işi bireyselleştirmekten çıkarmamız lazım, fikrimizin iktidar olması lazım diğeri benim için teferruattır.
Konuştuğumuz konu Türkiye, Türkiye elden gidiyor! Sahip çıkma konusunda bu vaatlerimizin, bu seçim bildirgemizi umuyorum ve diliyorum vatandaşlar doğru takip edip algılarlar ve yaşanabilecek bir Türkiye’nin hukuk sisteminden başlayarak bütün yaşam alanlarına ilişkin, mesela karayolu taşımacılığında taksicilere kadar bu ülkenin esnafına kadar.
Esnaflara ayrı bir paragraf açmak istiyorum çünkü esnaflar ödedikleri vergi ve sigorta miktarı kadar faizsiz kredi alabilecekler şu anda sosyal devletin gereği olarak yapılan yardımları biz iki katına çıkartıyoruz. Sosyal devlet kimliğinin uygulamaya konulacağı projelerle çıkıyoruz.
En önemlisi bizim açımızdan ülkenin bütünlüğünü, üniter yapısını devam ettirecek yeni bir tanımı Türkiye’ye yansıtacak olan bir projeyle çıkıyoruz. Diliyorum ki iktidarda bu projeleri uygulama alanı buluruz ve Türkiye bir nefes alır. Türkiye’nin nefes almaktaki yolunun bu iktidardan kurtulmaktan geçtiğine inanıyorum. Bu iktidardan Türkiye bir an önce kurtulursa her şey rayına yeniden girer. Türkiye’ye onarım değil yeniden inşa gerekmektedir.
Halil PETEK: 7 Haziran seçimlerinde öngörünüz nedir?
Süleyman ÇELEBİ: Bir tek öngörüm var. Mevcut iktidar artık iktidar olmayacaktır. Bu telaş bundan kaynaklanıyor.
Türkiye’de bundan sonra AKP iktidarı gibi bir iktidarın olmayacağını, artık sonlarının geldiğini düşünmekteyim.
Halil PETEK: HDP ve baraj konusunda neler düşünüyorsunuz?
Süleyman ÇELEBİ: Tahminim HDP barajı aşacak gibi görünüyor. Lehte ve aleyhte çıkan analizlerin hiçbirinin kıymetinin olmadığını bu seçimlerde herkes görecek. Bu tıpkı İngiltere’de ki gibi bütün analistlerin, bütün araştırmacıların hüsrana uğrayacağı bir gün olacaktır. Çünkü İngiltere gibi bir ülkede bu kadar yanılma varsa Türkiye’de hayli hayli olacak. Sessiz çoğunluğun çığlığı 7 Haziran’da sandığa yansıyacak. O sessiz çığlıkları ben alanlarda duyuyorum, her gün pazarlarda dolaşıyorum sabah 06:00’da başlayıp gece saat 23:00’lere kadar halkla birebir temasım var.
Halk bir kere tamamen AKP’den vazgeçmiş, hepsi oyunu bize verecek demiyorum ama tercihlerini AKP’den değiştirdikleri yönündeki iradeyi görüyorum bu da beni mutlu ediyor. Bunu gördüğüm için AKP iktidarı bundan sonra olmayacak diyorum.
Halil PETEK: Sorularımız yanıtladığınız ve keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.
Süleyman ÇELEBİ: Ben teşekkür ediyorum, bu keyifli röportaj için kolay gelsin diyorum. Türkiye’nin aydınlığına, demokrasisine, yeniden hukuk devleti olmasındaki mücadelemize herkesin el vermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konudaki çabalarımıza herkes katkı versin çünkü ülkemizde gerçekten eşit yurttaşlık kimliğinde bu ülkenin bütün kesimlerini kucaklayan, birçok sorunun çözüldüğü, özgürlüklerin gerçekten uygulandığı, yaşam alanlarının gerçekte iyileştiği, yaşanılabilir Türkiye’nin yeniden inşasına herkesin katkı vermesini diliyorum.
Bütün emekçi sınıfına seslenişte bulunuyorum özellikle emeklilere, özellikle esnafa, özellikle köylülere, demokrasiye sahip çıkmalarını, Atatürk devrimlerine sahip çıkmalarını, Cumhuriyeti korumak sadece siyasetin görevi değil vatandaşın da görevi ve tabi ki vatandaşlık görevlerini yerine getirmelerini ve oy vermelerini diliyorum.
HABER REVİZYON DERGİSİ HAZİRAN 2015