Demokratikleşme Yolunda İfade Özgürlüğü (ile) Mücadelemiz

Demokratikleşme Yolunda İfade Özgürlüğü (ile) Mücadelemiz

“Düşüncenin üstesinden gelemeyen, düşünenin üstesinden gelir” P. Valery

İfade özgürlüğü, birçok temel insan hakları belgesinde koruma altına alınmış temel bir haktır (örneğin, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi m. 19; Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi m. 19). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 10’da da, “ifade özgürlüğü” (freedom of expression) başlığı altında, Anayasamızın farklı maddelerinde ayrı ayrı güvence altına alınan, düşünceyi açıklama (ifade) özgürlüğü (m. 26), bilim ve sanat hürriyeti (m. 27) ile basın hürriyeti (m. 28) bir arada korunmaktadır.

İfade özgürlüğünün, demokrasiyi sağlama açısından işlevi açıktır. Demokrasi, özellikle de oy verme faaliyeti aracılığıyla, toplumsal konularda ortaklaşa karar alma esasına dayanır. Bu konuda, vatandaşların doğru tercihleri yapabilmeleri, gerekli bütün bilgiyi elde edebilmeleri ve aldıkları kararlarda özgür olmalarına bağlıdır. Bir kişinin düşünceyi açıklama özgürlüğü, aynı zamanda başkalarının öğrenme ve bilgilenme özgürlüklerinin kaynağı olup, bu özgürlük ortadan kaldırılır veya gereğinden fazla kısıtlanırsa, demokrasiye zarar verilmiş olur.

Ne var ki, gerek 2010 gerekse 2011 yıllarında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde ifade özgürlüğünü en çok ihlal eden Devlet olmamız, hatta AİHM tarihinde bu konuda – açık arayla- ilk sırada yer almamız düşündürücüdür.

“Hoşlarına gitmeyen düşüncelerin yayılmasını engellemek için ifade özgürlüğünü baskı altında tutan hükümetler, görünmemek için gözlerini kapayan çocuklar gibidir”
– Ludwig Borne

Bu tablonun önemli bir sebebi, yargı organlarımızın ifade özgürlüğüne dair birçok davaya bireysel özgürlüklere en geniş uygulama alanı tanımak odaklı olarak değil de, öncelikle devleti koruma perpektifinden yaklaşmış olmasıdır. Son yıllarda, en başta Türk Ceza Kanunu’nda yapılan birtakım değişiklikler henüz istenilen sonucu vermemiştir, çünkü mesele, söz konusu zihniyetle alakalıdır, bunu ise kanun yoluyla kısa sürede değiştirmek mümkün olmamaktadır. Bu noktada, çok tartışılan TCK m. 301 (Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama) gibi hükümlerin varlığı tek başına sorun değildir. Önemli olan, bu tür davalardaki yargısal yaklaşımın temel hakları en ziyade ölçüde gözetmesidir, yoksa “iyi kanun, kötü kanun” yoktur, “iyi uygulama, kötü uygulama” vardır.

İfade özgürlüğü açısından aslolan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ısrarla vurguladığı üzere, çoğulcu bir demokraside bazı grupların, özellikle siyasi konulardaki aşırı düşünceleri temsil etmesinin bir dereceye kadar normal sayılarak, bunların hoşgörü ile karşılanması gerektiğinin anlaşılmasıdır. Bu nedenle, ifade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen bilgilerin ve düşüncelerin açıklanması bakımından değil; ayrıca devlete ve toplumun belirli bir bölümüne aykırı gelen, onları rahatsız eden, endişe verici ve hatta şoke edici görüşler bakımından da geçerlidir.

Bu bakımdan, toplumun baskın anlayışına veya devletin mevcut anayasal değerlerine ve kurallarına aykırı düşen görüşlerin de ifadesine izin verilmelidir. Örneğin, federalizm, özerklik gibi taleplerin gündeme getirilmesi, mevcut Anayasal düzenin değiştirilmesi anlamına gelse de, meşrudur.

Özetle, çoğulculuğun esas olduğu demokratik toplumlarda, şiddete dayanmayan her türlü düşüncenin açıklanmasını ve hatta bunun propagandasının yapılmasını olağan karşılamak gerekir. Bu noktada, aslolanın “ifade ve basın özgürlüğü” olduğu hatırlanmalı; bu özgürlüklerin baskın toplumsal anlayışla ters düşen, eleştirel her türlü görüşü koruduğu, özellikle siyasi tartışma alanında ve toplumu ilgilendiren konularda bu hakkın en üst düzeyde himaye gördüğü, her zaman akılda tutulmalıdır.

haberrevizyon eylül 2012 murat önok

HABER REVİZYON DERGİSİ EYLÜL 2012