REDD Grubu solisti Doğan Duru ile özel röportaj

Haber Revizyon Dergisi Yayın Koordinatörü Murat Aktürk, Cihangir’in rengarenk merdivenlerinde REDD Grubu solisti Doğan Duru ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdi.

 

 

Haber Revizyon: Redd grubu nasıl ortaya çıktı? Bize müziğe başlama hikayenizden bahseder misiniz?

Doğan DURU: 1996 yılında birlikte çalmaya başladık. 2000 yılında ilk albümümüzü yapmaya karar verdik ama yaşanan dış etkenlerden dolayı ekonomik kriz, deprem gibi olaylar albüm yapmamızı engelledi, hep direkten döndük. 2005 yılında ilk albümümüzü çıkardık. Alternatif sesler çok fazla yoktu o zamanlar ve değerliydi. İlk şarkımız “Mutlu Olmak İçin” çok tuttu, çok sevildi. Şarkılarımız radyolarda sıklıkla çalınmaya başladı. 11 ay sonra ise ikinci albümümüzü yaptık. Şu an 7 tane albümümüz var. 2014 bitmeden veya 2015 yılı başlarında yeni albüm çıkarma zamanımız geldi diye düşünüyorum.

Haber Revizyon: Her birinizin farklı alanlarda eğitim ve meslekleri varken nasıl oldu da müzik dünyasına adım atma kararı aldınız?

Doğan DURU: Müzik eğitimi alan ben ve davulcu arkadaşımız Berke Özgümüş var. Ben opera eğitimi aldım, Berke’nin ise jazz müziği eğitimi var. Konservatuara girme sebebim müziği öğrenmekti, o yıllar operaya ilgi duymuyordum ama o dönemde üniversitede müzik eğitimi alabileceğim tek alan operaydı. Kardeşim Güneş Duru ile “Invictus” adlı bir grubumuz vardı. O dönem birinci sınıftan itibaren Hayal Kahvesi’nde çalmaya başladık. Aslında diğer arkadaşlarımda başka meslekler yapmalarına rağmen evde müzik yaparak bir şekilde müzikle ilgililerdi. Müzik hepimizin hayaliydi, özellikle benim için çok daha büyük bir hayaldi ve halen öyle olmaya devam ediyor.

Haber Revizyon: Redd’i sevdiren ve yukarılara taşıyan şarkısı sizce hangisi?

Doğan DURU: İlk şarkımız “Mutlu Olmak İçin” herkesin olmasa da büyük bir çoğunluğun bizi tanımasını sağladı. “Nefes Bile Almadan” Ömer Faruk Sorak filminden sonra daha çok tanındı ve sevildi. “Prensesin Uykusu” Çağan Irmak sayesinde ön plana çıktı. Türkiye’de müzik değersizleşti ve daha da değersizleşmeye devam ediyor ve bu değersizleşme sebebiyle müziğin başka sanatlarla birlikteliği daha büyük bir hal aldı. Sinema filmlerinde müziklerimizin kullanılması biraz daha tanınırlığımızı arttırdı.

Haber Revizyon: Müziğin Türkiye’deki altın çağını hangi yıllarda yaşadığını düşünüyorsunuz?

Doğan DURU: Geçmişte müzik belki daha çok değerliydi ama prodüksiyon ve konser sayısına baktığımız zaman, o kadar da parlak değilmiş gibi gözüküyor. 2004 ve 2007 yılları arası bence rock müziğinin altın yıllarıydı. Büyük markalarla büyük çalışmalar yapılabiliyordu şimdi git gide popüler müziğe ve arabesk müziğe geri dönüldüğünü görüyorum.

Haber Revizyon: “21″ gibi Türkiye’de pek alışık olmadığımız türden bir konsept albüm yaptınız. Tiraj kaygısı güderek yapılmadığı belli fakat hak ettiği ilgiyi gördüğünü düşünüyor musunuz?

Doğan DURU: 21 delice bir albümdü çünkü bir konsept albümüydü. Konsept albümler 70’li yıllarda daha değerliydi. Bugün bile baktığımızda sayıları bir elin parmaklarını geçmez ama yine de biz böyle bir albüm yapmak istedik. İçimizdeki Pink Floyd ve Beatles hayranlığı çok yüksekti ve onlara bir saygı gösterişi gibi oldu. Prodüksiyon bütçesi olarak da zorlayıcı bir işti. 21 şarkı vardı. 11 şarkılık albümle 21 şarkılık bir albümün maliyetleri aynı değil ama albüme cd olarak baktığımızda aynı fiyata satılıyor. Bizi dinleyenler için çok değerli bir albüm oldu ama müzik dünyasında sözü geçen insanlar tarafından da göz ardı edildi. 21’in içerisinde bir insanın yaşadığı her şey var. Bizim için önemli bir albümdü ve üstesinden geldik.

Haber Revizyon: Dinleyiciler Redd’i ya çok seviyor ya da samimi bulmayıp hiç dinlemiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğan DURU: Bence tamamen algısal bir mevzu. Kendimden örnek vereyim beni tanıyanlar çok sever ama tanımayanlar hakkımda ileri geri konuşabilirler. Bir insanı tanımaya fırsat yaratmak gerekiyor. Tanıdıktan sonra sevmeyen çok az insan gördüm. Diğer müzisyenleri eleştirmenin sanki günah olduğu algısı yaratıldığı için, sevenler ve sevmeyenler diye iki farklı kitle oluştuğunu düşünüyorum. Neticede bir büyüyoruz, radyolarda ve televizyonlarda olmamamıza rağmen dinleyici kitlemiz büyüyor. Hiçbir zaman saklamadık, susmadık ve korkmadık. Sanırım bizim gibi insanlar da var bu hayatta. Tabi ki birçok kitleye yayamıyoruz bu fikri, radyo ve televizyonlarda olmadığımız için birçok yere ulaşamıyoruz ama büyük şehirlerde dinleyici kitlemizi gün be gün arttırıyoruz. Bunun sebebi de bizim gerçek olduğumuzu anlamaları. Samimiyet kelimesi içi boşaltılmış ve vasatı gizlemek için uydurulmuş bir kelime bence hakikat çok daha değerli. Redd’in hakikatine inananlar zaten peşimizden geliyor.

Haber Revizyon: Son dönemde sosyal medyanın da etkisiyle alternatif işler çıkaran gruplar doğdu; örneğin “yok öyle kararlı şeyler”, “yüzyüzeyken konuşuruz”, “büyük ev ablukada” gibi. Bu tür grupları nasıl yorumluyorsunuz? Sizce müzik, ev ortamında yapılmış “amatör” kayıtların popüler olduğu bir döneme mi girdi?

Doğan DURU: Bundan 15 yıl önce bizimde aslında ilk demo kayıtlarımızı evde yaptığımızı düşünürsek ben bir sakınca olarak görmüyorum. O zaman kullanılan sistemler basit sistemlerdi. Şimdi teknolojinin gelişmesi ve ucuzlaması ile herkesin ulaşabileceği konuma geldi. Teknoloji istediğimiz kadar kolaylıklar sunabilir ama yetenek ve yaratma gücü başka olgunluklar, başka çarpışmalar istiyor. Bu hayatta yarattığınız şeyi keşfetmeniz, başka bir şekilde okumanız gerekiyor ki bir tarzınız olsun. Ev ortamında yapılan kayıtları son derece doğal ve olası karşılıyorum.

Alternatifi olan her işe inanmamızı biraz garip buluyorum o yüzden alternatif veya avangard dediğimiz şey gerçekten sanatsal ve bir bütünlük içinde olmadıktan sonra bir yere ulaşabileceğini düşünmüyorum. Birçok grubun çıkıyor olması da güzel bir şey, onlar arasından birçoğunu dinlememe rağmen sadece birkaç tanesini sevebildim çoğu arabeske yakın geliyor bana, bir de anlattığı şeylerin tutarlılığı değerli benim için. Birbirinden bağımsız dizeleri arka arkaya koyabilirsiniz kendi başına bir şeyler ifade ediyorlardır ama bütününde sizin kafanızın karışık olduğunu ifade ediyorsa ancak kafası karışık olan kişilere hitap edebilirsiniz. Sanırım Redd’in de ayrıştığı nokta bu biz hiçbir zaman 13- 17 yaş arası kişileri hedeflemedik, daha büyükleri hedefledik. Çünkü onlar gibi düşünmüyorum, 13 yaşında değilim.

Haber Revizyon: Konser ve röportajlarınızda dile getirdiğiniz gibi ‘kalitesiz, 3 akorla 3 dakikada yapılabilecek basit şarkıların tutmasından biraz şikayetçisiniz. Sizce burada esas irdelenmesi gereken şarkıları arz eden şarkıcılar mı yoksa beğenip yenilerini talep eden dinleyiciler mi?

Doğan DURU: Müzik üretimindeki basitlik aslında çok üzerinde durulması gereken bir şey değil. Basitlik bence şurada önem kazanıyor eğer sizin bu basitliğin ve kısa zamanın arkasında geride bıraktığınız ve kimsenin görmediği uzun bir zamanınız varsa, yılların birikimiyle bir şarkıyı bir dakikada, bir anda yapabiliyorsanız. Tabi ki bu, o yılları görmezden gelmek anlamına gelmemeli o yılları görmek gerekiyor. Bazen on dakikada bir şarkı yazdığım oluyor sonra diyorum ki on dakikada şarkı yazdım! Ben bile unutuyorum bazen önümde neredeyse 20 yıllık yaşadığım tecrübe var, hiç hesaba katmıyorum aslında onu da hesaba katmam gerekiyor. Müziğin yaratılışındaki kısalıktan ziyade, müziğin aslında ne dediğini de önemsemiyor gruplar. Sadece popüler kültüre bir takım metalar üretiyorsanız ve bunlardan ticari olarak faydalanıyorsanız size farklı bir gözle bakabiliriz tabi ki. Ama tutupta sanatçının böyle olması gerektiğine inandırıyorsanız kendinizi, orada büyük bir hata var.

Mesela Sezen Aksu gibi önemli bir ismin böyle dönemlerde sessizlik yemini etmiş gibi hiç konuşmamasını anlamıyorum. Onlar toplumu etkilemiş ve hala da etkilemeye devam eden kişiler. Dolayısıyla sanatçının konuşan, kendisini ifade eden, özgürlüğünün peşinde duran yanı beni ilgilendiriyor, yoksa ben türkü sevmeyebilirim başkası sevebilir, ben klasik müzik sevebilirim başkası sevmeyebilir ne ürettiğimizden ziyade bu hayatı nasıl yaşadığımız çok daha değerli ve önemli. Çünkü sokaklarda insanlar özgürce bir araya gelemezken, senin konserine bilet alıp toplanıyorlarsa, o toplanan insanları sokakta toplandığında görmezden gelebiliyorsan işte orada senin değerin sadece bir bilet oluyor. Başka gözle bakmayı unutmuş oluyorsun. O insanların aşklarını yazıyorsun, o insanların hayatları hakkında bir şeyler yazıyorsun ve o insanları etkiliyorsun, senin etkilediğin insanlar sabah kahvaltısını yaparken senin müziğini açıyor seni dinliyor kendini iktidara ifade etmek için sokağa çıkıyor ama senin şarkını dinledikten sonra çıkıyor. Orda joplanıyor, orada gazlanıyor ve sen ona tek bir şey söylemiyorsun. Bana bu biraz ters geliyor.

Haber Revizyon: “Telved litak “şarkısından dolayı herhangi bir resmi işleme maruz kaldınız mı?

Doğan DURU: Kalmadık ama şöyle bir şey anlatayım isim vermek istemiyorum çok önemli bir gazeteci kendisi, bir gün karşılaştık ve “albümünüzü dinledim ve çok beğendim çok güzel bir albüm olmuş yalnız bir şarkı var “Telved Litak” isminde o şarkı Gürcüce mi? Aradım internette bulamadım. Sonra sordum soruşturdum meğerse siz Katil Devlet’i tersten yazmışsınız” dedi. Şöyle bir eleştiri daha geldi “siz o kadar korkaksınız ki katil devlet bile diyemiyorsunuz da telved litak diyorsunuz”. Halbuki ben o şarkıyı yazarken orada kastettiğim, aslında var olan şeyi tersten yazarlar başka bir şekilde anlatırlar ya bana da tersten mi bakıyorsun diye düşünüp “Telved Litak” dedim. Şarkının bütün mevzusu zaten terslik üzerine. Yoksa katil devlet demekten korkulacak bir dönemde yaşamıyoruz gayet her türlü ifadeyi söyleyebileceğim ifade özgürlüğü olan bir ülkede yaşıyoruz.

Haber Revizyon: “Masal” isimli şarkınıza çektiğiniz klipten dolayı çok eleştirildiniz ve basın açıklaması yapma gereği duydunuz. Sizce bu klipte anlatılmak istenenler sizce birilerini rahatsız mı etti?

Doğan DURU: Biz aslında klibin başına çok güzel bir şey koyduk, “masal”ın tanımı. Ahmet Şık ve Nedim Şener’i tanımıyorduk, alakamız yoktu yine de onlara ithaf etmek istedik. Bu videoyu çekme kararı aldığımızda hukuki süreç başlamamıştı ama ortada bir sıkıntı olduğu belliydi. Orada yaşananlar gerçek olmaya başladı zamanla ve tabi çok ilgi gösteren insanlar oldu ama çok büyük tepkiler almadık. Daha sonra Bon Jovi konserinde de Nedim ve Ahmet için sürpriz bir şey yapmıştı. Dünya çapında haber olmuştu. En çok ihtiyaç duyduğumuz şey doğru gazetecilik, çünkü araştırmacı gazeteciliğin öldüğünü düşünüyorum, yeni yeni tekrar canlanmaya başladı. İsmail Saymaz bu konuda oldukça başarılı. Gazeteci aydınlatmalı. Bir örnek vereceğim Soma’daki ölü sayısında birçok şaibe var doğru ya da yanlış, bunu biz net bir şekilde bilmek istiyoruz. %90 doğru olsa bile insanların kafasında %10 şüphe var. Bunu yapabilecek, hane hane dolaşıp ortaya çıkaracak olan kişilerin gazeteciler olduğunu düşünüyorum. Orada insanların, gazeteci arkadaşlarının mahkemede, davalarında yanlarında olmaktansa, onların mahkemesi olduğu sırada onları suçlamak yerine suç delillerini araştıracak zamanı ayırıyor olmaları bence çok daha değerli. Biz de kendi bildiğimiz şeyi yapıp onlara destek vermeye çalıştık. Bugün, Nedim ve Ahmet’in içeri alınmasına neden olan insanlar hakkında hiçbir araştırma yapılmadı. Sadece bize komployu kuran buydu demekle bitmiyor onu araştırmak gerekiyor. Gördük ki gezi olaylarında öldürülen gençlerin mobese kayıtları bulunamadı! Ama araştırınca bulundu!

Haber Revizyon: İdeolojik duruşunuz belirli parti ve kesime yönelik mi, yoksa kendinizi yakın gördüğünüz herhangi bir siyasi oluşumun hatalarında da karşılarında durur musunuz?

Doğan DURU: Sanatçının durumu iktidar karşısında olmaktır. Cumhuriyet Halk Partisi de iktidar olsa, daha sol bir parti de iktidar olsa, HDP, BDP, MHP de iktidar olsa biz her zaman yanlışın karşısında oluruz. Biz AKP karşıtı değiliz şu an onlar iktidarda, ortada bir sürü yanlış var ve biz bu yanlışlara sesimizi çıkarmayacaksak neye çıkaracağız? Biz o kadar olgun insanlar değildik daha gençtik ama Türkiye’de bu kadar sıkıntılı değildi. Aydın entelektüel gazeteciler o zaman Tayyip Erdoğan için değişti diyorlardı ama biz 20’li yaşlarımızda daha cahilken ve daha az olgunken değişmediğini görebiliyorduk. Bakış açısı entelektüelite değil, konjonktür ve dönem gereği ilişkiyle alakalı gibi geliyor. Bizim öyle bir ilişkimiz yok hiç kimse ile.

Dün Hasan Cemal öyle konuşurken biz ona da karşıydık, bugün Hasan Cemal belki aydı ama kusura bakmasınlar da çok tecrübeli insanlar bu kadar geç ayıyorlarsa ortada bir sorun var gibi geliyor bana, bugün doğruyu söylüyor ve bizlerde hayır yanlış söylüyorsun demiyoruz tabi ki doğru söylüyorsun diyoruz. Türkiye’de rövanş kültürü o kadar gelişmiş ki sırf rövanş almak için yanlış diyecek insanlardan olmamak gerekiyor. Zamanında beyaz elitist’lerin hor gördüğü halk, eğitimsiz ve beyaz olmadığı için kadroların içine katmadığı ve bir sürü yeteneksizi sırf beyaz olduğu için kendi kadroları içine dahil eden elitizm bugün çok büyük sıkıntı yaşıyor. Zamanında hor gördüğü halk, şu anda başbakan birisine yumruk atsa da küfür etse de onun arkasında durur, çünkü diğerlerinden çektiğini biliyor, çünkü o kahraman ve bence bu yüzden kazanıyor, onların hayatlarını büyüttü, diğerlerinin hayatını küçültürken ve bu belli bir yere kadar gidecektir. Yeşil elitizm diye bir şey var onlarda aynı hatayı yaparsa onlarda gidecekler. Onlardan sonra geleceklerde, bu sefer Yılmaz Özdil’in yaptığı gibi onlara müstehak tavrında yaklaşırlarsa onlarda kaybedecekler. Bu rövanşist yapının unutulması gerektiğini, insanların gerçekten bunu hak etmediğini, 2014 yılında özgürlüğü düşünmenin ve etrafta olup biten için sıkıntı duymanın bize büyük hakaret olduğunu düşünüyorum. Kendi hayatlarımızı büyütemiyoruz. Belki ben inanç olarak iktidara yakın insanlarla aynı değilim ama benimde mutlu olmam gerekiyor. Ben mutlu olmak için taraf seçmemeliyim. İsviçre’de yaşayan birisi Avrupa Birliği bakanının ismini bilmez, bilmek zorunda da değildir. Benim hayatım hepsinden daha çok değerli ve biz kendi hayatlarımızı bırakmış bu adamların her söylediklerine kulak kabartır ve kendimizi eleştirirken buluyoruz, bu bize haksızlık. Şimdi diyecekler ki bana bir sürü şey oluyor Türkiye’de, işte biz zaten oradayız. Biz medeni bir ülkede yaşayıp üretmek istiyoruz, kendi yaptığımız hatalar ve doğruları tartmak istiyoruz ama başkalarının hataları ve doğrularına bakmaktan buna fırsat kalmıyor.

Haber Revizyon: Soma’daki faciada suç veya ihmal konusunda size göre birinci sırada kim var?

Doğan DURU: Şöyle bir örnekle anlatayım eğer ben ev sahibiysem ve evimi birine kiralamışsam ve o evde oturan kiracı da şömine yaptı ve kurallara uygun yapmadı ya da evi büyütmek için sütunları kırdı sonra o apartman çöktü ve herkes öldü. Burada sadece kiracı suçlu olamaz. Her şeyin nedeninde hep iktidar yara almasın fikri var. Ben mesela böyle bir durumda sol bir partinin bambaşka yaralar alacağını düşünüyorum. Anayasa kitapçığının fırlatılmasıyla Ecevit iktidarlığı bitti küçücük bir şeyden. Nasıl para piyasası her küçük şeyden etkileniyorsa siyasetin de etkilenmesi gerekiyor eğer etkilenmiyorsa orada bir sorun vardır. Bunca olaydan iktidarın etkilenmiyor olmasının sebebi bence üstünü örtmeye çalışıyor olmalarıdır. Hiç özür dilenmiyor. Ben Enerji Bakanı olsaydım istifa ederdim, ben Çalışma Bakanı olsaydım istifa ederdim. Başbakanın istifa edeceğini düşünmüyorum. Çok büyük konuşmayayım ama ne olursa olsun istifa etmez bence. Özellikle Enerji Bakanı sürekli oradaydı en azından oradaki cenazeler çıktıktan sonra ben bugüne kadar konuşmadım ama gerçekten çok üzgünüm kusurlarımız vardır özür dilerim ve istifa ediyorum deseydi bence çok daha başka bir yerde olurdu bizim hayatımızda. Çünkü biz orada AK Parti diye bakmaz insan olarak bakardık. Her yerde AK Parti olamazsın insan olmak gerekiyor, hatta önce insan olmak gerekiyor. BDP ve HDP’de de var bu, önce particilik yapıyorlar ki BDP ve HDP’nin ne tür bir anlaşma yaptıkları beni ilgilendirmiyor. Particilikten ziyade insancı olmak gerekiyor. Mesela gezi olayları oluyor hiç sesleri çıkmıyor. Doğusundan batısına, kuzeyinde güneyine her türlü cinayete, her türlü yolsuz düşünceye, davranışa, insana karşı olan her şeye karşı çıkmamız gerekiyor. Burada ideolojilerimizin çok bir değeri yok. O ideolojik bakış açısının Türkiye’ye faydası olmadı bugüne kadar ve olmayacakta. Baktığımız zaman sırf ideolojileri yüzünden partiler oy kaybediyor veya oy kazanıyorlar, biz bunu hak etmiyoruz biz ekonomik koşulları düzgün, medeni koşulları düzgün bir ülkede yaşamak istiyoruz bizim derdimiz bu! İdeoloji bence din gibi bir şey insanın kendi kendine yaşaması gereken bir şey illa duvara yazmamız gerekmiyor, illa başkalarına dikte etmemiz gerekmiyor. Herkesin mutlu olması gerekiyor. Herkesin insan gibi yaşamayı hak etmesi gerekiyor. Herkesin insan gibi yaşadığı bir ülkede herkesin istediği kutlamayı, istediği cenazeyi, istediği düğünü yapabilmesi gerekiyor. İdeolojiler bizi bitiriyor gibi geliyor bana maalesef.

Haber Revizyon: Deprem gibi hem can hem de mal kaybına sebebiyet veren felaketler dışında, can kaybı yaşanmış bir bölgeye maddi yardım yapılmasını samimi buluyor musunuz?

Doğan DURU: Doğal afetlerdeki kayıplar çok daha büyük ve yapılacak hiçbir şey yok, çarpık yapılaşma, yetersiz demir miktarı, uygunsuz projeler ile yapılan ve sonrasında yıkılan evler… Ülkenin çok doğusundan bahsettiğimiz için zaten birçok şey yetersiz aslında. O yetersizlik içinde Kocaeli, Düzce, Sakarya gibi yerlerde de aynı şekilde karşımıza çıktı. Türkiye’de insanların genel olarak görmezden geldiği temel şey şu; ben yaşıyorum arkadaşım ne sel olur, ne deprem olur, bu binaya kamyon çarpmadıktan sonra bir şey olmaz gerisi de hikaye… Biz deprem kuşağında birçok şehir barındıran bir ülkeyiz ve doğal afetlerde insanların yardım yapmalarını doğal karşılıyorum ama paramızın nereye gittiğinin peşinde olamıyorsak eğer yardım yapmak isteyenlerin orada yardıma muhtaç aileleri bulup onlara yardım yapmaları daha doğru bence. Devlet bütün yardımların kendi üzerinden yapılmasını istiyormuş öyle bir duyum aldım. Biraz saçma buluyorum. Birkaç arkadaşımla ilerleyen günlerde Soma’ya gideceğiz. Daha öncede Reyhanlı’ya gidip aileler ile iletişim kurmuştuk gerçeği de objektif olarak değerlendirip yazacakken Gezi olayları olmuştu. Soma’daki gerçeği yaşayanlardan dinlemek, onların yanında ve onlara yardımcı olmak için de gitmeyi planlıyoruz.

Haber Revizyon: Bir açıklamanızda “beni en çok delirten iktidar hırsı ve yalakalarıdır” ifadesini kullanmıştınız. Peki, gezi olaylarından bu yana yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğan DURU: Gezi bir kesim için belki heyecanlı bir maceraydı, bir kesim için bekledikleri bir fırsattı, birçok kesim için birçok sebepten dolayı tepki duydukları iktidara bir başkaldırıydı. Ben gençlerin geziden sonra gezi ruhuna daha fazla sahip çıkacağına inanıyordum o konuda birazcık hayal kırıklığına uğradım. Yoksa zaten sesini çıkaran insanlar daha öncede konuşuyorlardı ama bir araya gelemiyorlardı. Hepsi farklı farklı kümelerdi ve Gezi’de ortak paydada bütünleşti. O bütünlük hala korunuyor bir şekilde ama o maceracı gençliğin vasatı eliyle iteceğini düşünüyordum orada yanıldığımı gördüm, benim için büyük bir yanılgıydı. Gezi bu ülkede ayrı bir yer taşıyor. Bugüne kadar Türkiye tarihinde devrime bu kadar yakın bir hareket gerçekleşmedi. Dünya ve Avrupa tarihinde çok önceden olan şeyler, duvarların boyanması, merdivenlerin boyanması da buna dahildir. Bunları yaşamış birisi olmak bana umut ve huzur veriyor. Çünkü devrim sadece siyasi iktidara ve dayatmalara karşı değil rengarenk ve aynı zamanda kültüre de katkı sağlayan bir olgu. Keşke daha önce devrim yaşasaydık ve bunun bize katkıları olsaydı diye düşünüyorum.

Haber Revizyon: Yurtdışında almış olduğunuz klasik müzik ve opera eğitiminin, yaptığınız şarkıların ülkemizdeki diğer rock guruplarından ayrı bir yerde olmanıza etkileri nelerdir?

Doğan DURU: Ben hala klasik müzik dinlediğim için şarkı üzerindeki motifim REDD şarkılarına da geçiyor. Müziği sadece anlattığı sözlerle değil aynı zamanda yarattığı ambiyansla da bir ifade unsuru olarak görüyorum. Mesela Beethoven’ın üçüncü senfonisi büyük devrimci olarak gördüğü Napolyon’a yazdığı senfonidir. Napolyon’un ego hırsı ile diktatörleşmesinden sonra, onu üçüncü senfoni olarak bıraktı ve pişmanlık yaşadı. Diğer klasik müzik bestecilerinden Verdi gibi, hepsinin aslında siyasetle olan ilişkisi çok ortada ve açıktır, hepsi içinde birçok eleştiri barındırır. Mozart’ın Figaro’nun Düğünü adlı operasında da sınıfsal yapıya bir eleştiri vardır ki aslında bir tiyatro oyunudur ve Fransız devrimine de katkısı çok büyüktür, sonrasında da Fransız devrimi gelmiştir. Bence sanatsal müzik üretimine o bağlamda hayattan ve siyasetten uzakta görmek yanlış gibi geliyor. Klasik müzik gibi kuralları net olan bir müzik türünde bile böylesine devrimci bir ruh varken rock müzikte devrimci ruh arayan insanları eleştirenler, insanlara biz kendi müziğimizi yapıyoruz sadece aşktan bahsediyoruz size ne diyenler aslında büyük bir kepazeleğin içinde kendilerini savunan insanlar gibi geliyor bana.

Haber Revizyon: “Nefes bile almadan” şarkınız, sizden önce tüm dünyada meşhur olmuş ve artık klasikleşmiş gurupların en bilinen şarkılarıyla boy ölçüşebilecek nitelikte. Eğer bu şarkıyı Türkçe değilde, İngilizce yapsaydınız bütün dünya bu eseri hayranlıkla dinleyecekti. Bundan sonraki çalışmalarınızda sözleri İngilizce olan eserler vermeyi düşünüyor musunuz?

Doğan DURU: O konu, bizim sürekli düşündüğümüz tembellik ya da başka sebeplerden dolayı üstesinden gelemediğimiz bir konu. Ben İngilizce müzikte, Türkçe’den daha çok şansımızın olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki rock müzik formu ile alakamız yok aslında, biz İngiliz sound’una daha yakın bir müzik yapıyoruz. İngilizce müzik yapmayı her zaman düşünüyoruz ama ne zaman yaparız bilemiyorum. Yapmakla bitmiyor iş, marketing süreci çok önemli ve buradan yapılabilecek bir şey değil. Belki öyle bir partner bulabilirsek yapabiliriz.

Haber Revizyon 2014 HAZİRAN redd 1 Haber Revizyon 2014 HAZİRAN redd 2 Haber Revizyon 2014 HAZİRAN redd 3 Haber Revizyon 2014 HAZİRAN redd 4 Haber Revizyon 2014 HAZİRAN redd 5 Haber Revizyon 2014 HAZİRAN redd 6 Haber Revizyon 2014 HAZİRAN redd 7 Haber Revizyon 2014 HAZİRAN redd 8

HABER REVİZYON DERGİSİ HAZİRAN 2014

Bir cevap yazın