Ahmet Güneştekin – Kürt Sorunu

Başta şunu ifade edeyim, daha başından bu meselenin tanımında bir “sorun” var. “Kürt sorunu” dediğiniz zaman “sorunlu Kürtler” gibi bir algı da yaratabilen bilinçli, kurnazca yapılmış bir tanım bu. Meseleye dair daha başından böyle bir yargıda bulunmanın kendisi, çözülmesi gereken bir sorun olarak önceler kendisini.

Meseleyi ele alırken, resmi ideoloji barındırmayan, yorumsuz tarihe detaylı bir göz atmamız gerekiyor; çünkü tarafları ve birbirleriyle olan ilişkisini iyi etüt etmek gerekiyor, meselenin tarihsel bir geçmişi var. Kürtler, bin yıllardan beridir Mezopotamya’da yaşayan, “Türkler” ise Orta Asya’dan Anadolu’ya göçmüş iki ayrı halktır. Burada Türkiye sınırlarının Mezopotamya ve Anadolu’nun coğrafyaları bağlamındaki önemli bir noktaya değinmek de gerekiyor. Türkiye hem Mezopotamya hem de Anadolu topraklarını içine alan bir ülke. “Ortak vatan” meselesi de bu durumla birebir bağlantılı. Cumhuriyetin kurucuları ve bu meseleyi yaratanların, Kürtleri asimile etme politikaları arasında Mezopotamya olarak bilinen coğrafyanın Türkiye’deki topraklarını Anadolu olarak tanımlamak da var. Kürtler için Mezopotamya ile Kürdistan aynı şeyler hemen hemen. Bu yüzden sistem bu algıya da saldırdı.

Türklerin atalarının MÖ 6.000 yıllarında koyun yetiştiriciliği yapmaya başladıklarını söyleyen kaynaklar, Kürtlerin atalarının MÖ 12.000 yıllarında Karacadağ’da buğday yetiştirmeye başladıklarını da söyler. Bu iki halktan birini yok saymak tarih açısından da bilim nezdinde de mümkün değildir. Türkler ve Kürtler, tanıştıkları bine yakın yıldan beri, İslam’ı benimsemiş ve kültürleri ortak din üzerinden de kaynaşmış iki halk, dışarıdan neredeyse birbirlerinden ayırt edilemeyecek derecede benzeşmiş olmasına rağmen özgün dillerini, kültürlerini korumuşlar. Beylikler düzeyindeki çok eski anlaşmazlıklar dışında aralarında ciddi ayrılıklar yaşanmamış. Ta ki Cumhuriyet kuruluncaya kadar! “Kürt sorunu” diye adlandırdığınız anlaşmazlıkların büyük bir meseleye dönüşmesi işte bu çok yakın tarihte, Kürtleri“inkâr” ile başlar.

Mesele, Osmanlı’nın dağılmasından sonra Atatürk’ün de delegeleri arasında yer aldığı Sivas ve Erzurum kongrelerinde yapılan “ortak vatan” sözleşmesiyle başlatılmasına karar verilen ve zaferle sonuçlanan “Kurtuluş savaşı” sonrasında kurulan devletin, Kürtleri yok sayıp inkâr ederek sadece Türk milliyetini ve kültürünü esas alarak yaptığı anayasa meselesidir.

Burada dikkat edilmesi gereken asıl nokta, bu imha ve inkârın; her anlamda örgütlü kurumlara ve silahlı kuvvetlere sahip bir ülkenin anayasasının temel maddeleri haline getirilmiş olmasıdır.
Bu anayasayı makbul görüp koruyan ve kollayan her kişi ve kurum doğal olarak ona karşı mücadele edenlerin karşısına geçmiş oluyor. Kürtler, bu tarihten itibaren kendilerini yok sayan, hak ve özgürlüklerini elinden alan anayasaya ve onu haklı gören koruyucularına karşı mücadele veriyor. Bu mücadele Şeyh Said ile başladı PKK’yle devam ediyor. Mesele hak ve özgürlükler meselesidir kısacası.
Kürtler, Türklerin tarihleri boyunca ihtiyaç duymadıkları şeyleri talep ediyorlar. Hatta buna “talep” demek de yanlış, “ellerinden alınmış hakları” demek daha doğru olur. Türkler tarihleri boyunca dilleriyle adlandırılmayı, konuşmayı, söylemeyi, yazmayı, okumayı, düşünmeyi; örf ve adetlerine göre yaşamayı herhangi bir kimseden talep etmek zorunda kalmadılar. Kimse onlar üzerinde insanlık dışı asimilasyon politikaları uygulamadı. İstiklâl mahkemelerinde sorgusuz sualsiz idam edilmediler. Zindanlara atılmadılar, işkenceler görmediler. Bir ekmeği “bilinmeyen bir dilde” istemek zorunda kalmadılar. Bu yüzden Türkler, Kürtleri daha çok anlamalılar; çünkü onların hassasiyetleri tahmin edemeyeceğiniz kadar çoktur.

haberrevizyon kasım 2013 ahmet güneştekin 1

haberrevizyon kasım 2013 ahmet güneştekin 2

HABER REVİZYON DERGİSİ KASIM 2013

 

Bir cevap yazın