Dünya üzerinde yaşayan herkesin bir adası vardır, neden sizinki BÜYÜKADA olmasın?
Dünya üzerinde yaşayan herkesin bir adası vardır. Kimisi hırçın dalgaların yaladığı sarp bir adayı kendine mesken ederken, kimisi de az ama öz nüfuslu stresten uzak adalarda huzur bulur. Bazısı onun mavi boyalı kıyılarında küçük ve ıssız bir nokta ararken, bazısı da yeşilin her tonunda kaybeder benliğini. Kimine göre ise ada; yalnızlık düşüncesiyle özdeşleşir. Onlara göre bir adayı şekillendiren mavi sular adaya ne kadar yakın olursa olsun, anakaradan uzak olma düşüncesi bu hissi tattırır. Ada’ya gitmek ile Adalı olmak arasındaki farklılık ancak yaşam deneyimiyle anlaşılabilir.
İstanbul’un keşmekeşinden sıyrılıp da kafanızı Marmara’ya doğru kaldırdığınızda onlarla karşılaşırsınız. Suyun üzerinde adeta salınan bu kara parçaları sizi cezbeder ve uygun zamanı kollayıp koyulursunuz yola. Yaklaştıkça içinizi bir heyecan kaplar, mavi ile yeşilin tonlarında kaybolursunuz. Martı çığlıkları ve vapur düdüğüyle kendinize geldiğinizde keşif ruhunuzu sırtladığınız gibi ilk adımı atarsınız adaya.
İstanbul adalarından biri olan Büyükada (Prinkipo) da sizi aynı bu duygularla karşılar. Tarihte Papaz Adaları, Ruh Adaları, Halka Adaları, Bahtiyar Adaları ve Kızıl Adalar olarak da anılan ancak günümüzde Prens Adaları olarak bilinen adalar grubunun en büyüğüdür Büyükada. Adaya ilk adım attığınızda 1914 tarihli Osmanlı döneminden kalma neoklasik iskeleyle tanışırsınız. Artık ayak bastığınız bu toprakların kokusunu içinize çekebilirsiniz. İskele meydanında sizi çay bahçeleri ve balık lokantaları karşılar. Burada seçim sizin; ister soluklanıp İstanbul manzarası ve martı çığlıklarıyla çayınızı yudumlar, ister öğle yada akşam yemeğinde balık eşliğinde demlenirsiniz. Olmadı ben keşfe çıkacağım derseniz; o zaman ada köşklerinin arasında yürüyüşe çıkabilirsiniz. Ayrıca çok sayıda bisiklet kiralama yerinin olduğu Büyükada’da gönül rahatlığıyla bisiklete de binebilirsiniz.
Taşıt trafiğinin yasak olduğu diğer İstanbul adaları gibi Büyükada da dikkat etmeniz gereken tek şey faytonlar. Faytonlar adanın vazgeçilmez simgesidir. Eğer bisikletle çevreyi gezmek size yorucu gelecekse fayton kiralamak tam size göre. Büyük veya küçük turdan birini seçmek, fiyatta anlaşmak ve sonra ahşap binalar ve çam ağaçlarının arasında, nal sesi eşliğinde, zaman tüneline girmek sizin elinizde.
Yazları nüfusu 10-15 kat artan adanın yerli nüfusu 7bin civarındadır. Aslında ada nüfusu tarihsel geçmişiyle oldukça kozmopolit bir yapıya sahiptir. Büyükada’da üç dine ait ibadet yerleri bir arada bulunmaktadır. Bir zamanlar Rum nüfusun yoğun bir şekilde yer aldığı adada dokuz Rum Ortodoks, bir Ermeni Katolik, bir Musevi sinagogu ve San Pasifico Latin Kilisesi bulunmaktadır. Adadaki cami sayısı ise dörttür.
Bizans döneminde Büyükada imparator ve imparatoriçelerin sürgün adası olarak kullanılmış. Tahttan indirilmiş soyluların trajedileri bu adada yaşanmış. 19. Yüzyılda kadar fazla yerleşim yeri olmayan Büyükada’ya vapur seferlerinin başlaması ile Osmanlı ve batılıların önemli yazlık yerlerinden biri haline gelmiş. Cumhuriyet dönemine kadar nüfusun çoğunluğu Rumlardan ve gayrimüslimlerden oluşuyordu. Ancak mübadele zamanı Rum nüfusunun çoğu gidince geriye çok az sayıda Rum kökenli aile kaldı. Cumhuriyet’in batılılaşmayı hedefleyen kadroları Büyükada’yı hem dinlenme hem de eğlence mekanı olarak seçmişler. Büyükada’nın beyaz çiçekler gibi duran köşkleri yeni sahipleriyle bütünleşerek balolara ev sahipliği yapmış. Sayfiye yerleri olarak fayton gezileriyle anılır olmuş. Büyükada günümüzde İstanbul’un hem içinde hem dışında konumuyla bir kasaba tadında seyir imkanı veriyor.
Büyükada’nın en önemli özelliklerinden biri 19. İle 20. Yüzyıl başlarında inşa edilen büyük ahşap köşkleridir.
Bunlardan en ihtişamlısı Dünya’nın ikinci, İstanbul ve Avrupa’nın en büyük ahşap binasıdır. 1800’lülerin sonunda Fransızlar tarafından otel amaçlı inşa edilen bina, Osmanlı yönetiminin örf ve adetlerine ters düştüğü gerekçesiyle izin verilmeyip, satışa çıkarılmıştır.
Büyükada’nın tepesindeki bu ahşap bina, dönemin padişahı Sultan Abdülhamit tarafından çıkarılan bir fermanla, Balıklı Rum yetimhanesinde barınan çocuklara hizmet vermek amacıyla Rum Patrikhanesininin himayesine verilmiştir. 1903- 1964 yılları arasında kesintilerle Rum Yetimhanesi olarak hizmet veren bina 5 kat ve 206 odasıyla 26bin metrekarelik bir bahçe içindedir. Ancak Cumhuriyetin kuruluşundan 21 yıl sonra, 21 Nisan 1964’te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından “ansızın” kapatılmıştır.
O tarihten günümüze 46 yıl boyunca Vakıflar Genel Müdürlüğü, Avrupa’nın en büyük ve görkemli ahşap binasını onarmak bir yana, turizm gibi başka bir alanda da kullanılmasına izin vermedi. Şimdi çökmeye yüz tutmuş bu ahşap bina belki de onu son kez görecek ziyaretçilerini cömertçe karşılıyor.
Everybody in the world has an island, why not Büyükada be yours?
Everyone living on the globe has an island. Some reside on a rugged island shores, crashed by wild waves, and some find peace on less populated and stress-free islands which have elite residents. Some people look for a small and deserted space on blue coasts of that island, and some find themselves in a different identity in each shade of green. As for some others, the island identifies with the notion of solitude. For them; regardless of how close is the blue sea that frames the island, the thought of being distant to mainland lets them enjoy the solitude. The distinction between visiting the island and being an inhabitant of the island can only make sense with life experience.
When you get free from the chaos of Istanbul and turn your head up to Marmara Sea, you will notice them. Those masses of land that seem like as if they roll on the sea quickly attract you and you hit the road, impatient of fixing the suitable time. As you get closer you become completely excited and you get lost in shades of blue and green. When you come back to reality with cries of seagulls and whistle of the boat, you take your first step on the island as soon as you adopt the exploration spirit.
Büyükada (Prinkipo), one of the islands in Istanbul, welcomes you with these feelings. It is the largest of a series of islands known as The Princes’ Islands today, which were once referred to as Priest’s Islands, Soul Islands, Circle Islands, Fortunate Islands and Crimson Islands in history. When you step in the island, you first come across with a neoclassical style seaport, which dates back to 1914, the Ottoman period. You can inspire the scent of the land you’re walking on now. At the seaport square, teahouses and fish restaurants welcome you. Here the choice is yours; you can sip your tea along with tremendous scenery of Istanbul and cries of seagulls or you can enjoy your drink and eat fish in dinnertime.
Otherwise; if you want to discover around, you can take a promenade through the island kiosks. Moreover, you can bike safely in Büyükada where you can find plenty of rent-a-bike spots. Just like in other islands in Istanbul where access of vehicles in banned, in Büyükada the only thing you must watch out in traffic is horse wagons. The horse wagon is the essential symbol of the island. If it will feel too tiresome with biking to see around, renting a horse wagon will be the best option for you. It is up to you to choose the long or short excursion, to agree with the driver in price and then to start a journey in timeline among wooden houses and pine trees along with the sound of horseshoes pounding on the floor.
The permanent population of the island is circa 7,000 people whereas it increases by 10-15 times in the summertime. In fact, the population of the island has a deeply cosmopolitan identity owing to its historical background. Büyükada houses all temples that belong to the three divine religions. In the island, where once a dense Greek population inhabited, nine Greek Orthodox Churches, an Armenian Catholic Church, a synagogue and the San Pasifico Latin Church are situated. Also, there are four mosques in the island.
During the Byzantine reign, the island was used as a place where emperors and empresses were exiled to. The tragic stories of aristocrats that were dethroned took place in the island. Büyükada wasn’t an important settlement until 19th century when the ferry lines began to operate from Istanbul and gradually it became one of the prominent summer resorts of Ottoman and European locals. The majority of island population consisted of Greeks and non-muslim community until Republican Turkish era.
Yet; only a few Greek origined families remained to live in the island since majority of the Greek population was exchanged in 1920s. The Western-oriented executive staff of the recently established Republic preferred Büyükada as their place of rest and entertainment. The kiosks of Büyükada, which resemble white flowers in beauty, associated with their new owners and hosted many balls. Over time, the island became renowned for horse wagon excursions as a summer resort.
Today, Büyükada provides a great panorama of Istanbul and its proximity thanks to its location that gives us the impression of a small town in a big city.
One of the key characteristics of Büyükada is its grand wooden kiosks, built in the 19. Century and at the beginning of the 20th century. The most magnificent one is the second largest wooden building of the world while ranked first in Istanbul and Europe. The building, built at the end of 19th century by the French to serve as a hotel, wasn’t permitted by the Ottoman authority to be used for this purpose as it didn’t conform to local traditions and customs, and it was put up for sale. Upon the edict of the Sultan of the date, Sultan Abdulhamid, the wooden building which is situated on the top of the hill in Büyükada, was granted to the service of Greek Patriarchate, to be used for the children who received care in Balıklı Greek Orphanage. The building, having served as Greek Orphanage between the years 1903 and 1964 with interruptions, is located on a 26,000 m2 acre with its 5 storeys and 206 rooms. However, 21 years after the establishment of Turkish Republic, on April 21 of 1964, it was suddenly shut down by the General Directorate of Foundations. Since then; the General Directorate of Foundations have not reconstructed the largest and most glorious wooden structure of Europe nor permitted it to be used in other functions such as tourism. This wooden building, tending to collapse any time now, welcomes its probably the last visitors in generosity.