Nisan ayı sayısında değindiğim “Osmanlıların menşei” konusunun iyi anlaşılabilmesi için, Hazar İmparatorluğu’na ilişkin özet bilgiler edinmek yararlı olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı Forsunda bir yıldızla temsil edilen bu imparatorluğun tarih sahnesine çıkışı hakkında 468 yılından 650 yılına dek tarihler verilir.
Kesin olarak bilinen, Bizans’ın İranlılara karşı blok oluşturmak için Hazarlarla 626 yılında ittifak yapmış olduğudur. Ama şurası kesindir ki Hazar Hakanlığı, yedinci ve dokuzuncu yüzyıllar arasında neredeyse Doğu Avrupa’nın yarısını egemenliği altına almış büyük bir imparatorluktu.
Konumuz açısından Hazar Tarihi’nin en önemli olaylarından biri, Arap-Hazar savaşlarıdır.
Araplar 654 yılında Hazarlara saldırarak başkentleri Belencer’i yakıp yıktılar; Hazarlar da yeni başkentleri İtil’i kurdular. Sonradan toparlanan Hazarlar, karşı saldırıyla Arapları ağır yenilgiye uğrattılar.
Bu savaşların önemi, ünlü Hazar tarihçisi ama eserinden anlaşıldığına göre koyu Yahudi düşmanı olan M. İ. Artanov’a göre daha sonraki günlerde birbirinin amansız düşmanı olacak tarafların ilk tanışmaları sayılmalarıdır.
712/14 yıllarında Hazarlar, 25.000 kişilik Arap ordusunun komutanı Cerrah’ın birliklerini yok etmişlerdi ve bu büyük ordudan kaçmayı başarabilen ancak 100 kişi sağ kurtulabilmişti. Ama Araplarla Hazarlar arasındaki esas boğazlaşma 730-737 yılları arasındadır.
Kanlı savaşlar sonunda Arap ordularını neredeyse yok eden Hazarlar, rastladıkları her Müslüman’ı kılıçtan geçirerek Musul’a dek ilerlemişler, yolları üstündeki bütün kentleri yakıp yıkarak yağmalamışlardır. Bu yağmaya dalış Hazarlara pahalıya patlayacak, toparlanan Araplar, oluşturdukları taze kuvvetlerle Hazarlara saldırıp yağma uğruna bölünen muzaffer orduyu perişan edeceklerdir.
Buna karşın, yeni başkent İtil’in önlerine gelen Arap ordusu da bitkindir. Bu durumda, Hazar Kağanı, Arap komutanı Mervan’a Müslüman olması karşılığında barış önerince harp etmeye mecali kalmayan Mervan bu öneriyi kabul edecektir. Ne var ki Hazar Kağanı’nın Müslüman oluşu sözde kalacak, Arap orduları çekilince bu söz unutulacaktır.
798/99 yıllarında kağanın komutasındaki büyük bir orduyla Kafkasları aşan Hazar ordusunun askerleri, buldukları her Arap’ı kılıçtan geçirdiler. İbn A’sam’ın dediğine göre, bu süreçte yeryüzünde eşi emsali görülmemiş panik yaşanmıştı.
Ayrıca, göçebeler arasında İslâm karşıtı duygular uyandırarak onları Müslümanlara karşı yürüttükleri savaşta yanlarına çekmek, Hazarların temel politikalarından biriydi. Böylece sonradan aralarına katılan göçebeler de Arap ve Müslüman düşmanı olup çıkıyorlardı.
Yıllarca süren, yüz binlerce cana, kadın, genç kız ve çocukların esir alınmasına, pek çok kentin yakılıp yıkılarak talan edilmesine neden olan bu savaşlar, Hazarları Araplarla düşman, Bizanslarla dost kılmıştır.
Hazar tarihinin en önemli olayı, her araştırmacının değişik tarihlere dayandırsa da Hazar Hakanı Yasef’in Endülüs’teki Yahudi Başbakan Hasdai’ye yazdığı mektuba göre 730 yılında Kağan Bulan’ın Yahudiliği kabul edişidir.Tarihçiler bu konuda üç ayrı görüşe sahiptirler.
Kimilerince yalnız yönetici sınıf Museviliği kabullenmiş, halkın bir kısmı Hıristiyanlığı, bir kısmı Müslümanlığı benimsemiş, bir kısmı da Şaman olarak kalmıştır. Bazıları tüccarların Museviliği kabul ettiklerini, diğerleri halkın büyük kısmının Musevi olduğunu iddia ederler.
Örneğin; dokuzuncu yüzyıl gezginlerinden Al-Melik“Hazarların hepsi Yahudi’dir!”derken; Mesudî “Tüm Hazarlar ve melikleri Yahudi’dir,” der. Şemseddin ed-Dımaşkî’ye göre siviller Yahudi, askerler ise Müslüman’dır.“13. Kabile” yazarı Arthur Koestler ise tüm Orta Avrupa Yahudilerinin Hazar kökenli olduğunu iddia eder ve Hitler’in aslında Yahudi değil, Türk soykırımı yaptığını söyler.
Onuncu yüzyıl yazarlarından Al-Fihrist ibn el-Nedim, Hazarların Yahudi alfabesi kullandıklarını kaydediyor. İbn Havkal, gezip gördüğü Hazaran kentini anlatırken, “Burada halkın çoğunluğu Yahudi’dir,” demiştir.
Bu farklı görüşlerin nedeni, gezginlerin farklı zamanlarda, farklı bölgelerde edindikleri izlenimleri genelleştirerek kayda geçirmeleridir. Örneğin Hazarlar, İran’da yaşayan halktan çok sayıda paralı Müslüman askerleri ordularında kullanmışlardır. İran’a yakın yerleri gezen gözlemciler, bu gerçeği bilmediklerinden tüm askerlerin Müslüman olduklarını sanmışlardır.
Aynı şekilde bazı bölgelerde Hıristiyan, bazı bölgelerde özellikle Hazarya’nın güneyinde Müslümanlar çoğunluktadır. Ama Mesudi’nin bildirdiğine göre Musevilik, Harun er-Reşit zamanından (806-809) itibaren Hazarya’da birinci din hâline gelmiştir.
Doğal olarak, Kağan Bulan’ın Museviliği kabul ettiği an bu din tüm ülkede yayılmamış, geniş halk katmanları tarafından benimsenip yaygın hâle gelmesi için uzun yılların geçmesi gerekmiştir. Yani sekizinci yüzyılda Musevilik, dokuzuncu, hele onuncuyüzyıldaki gibi yaygınlaşmamıştı.
Belki de bu dinin pekişmesi, dokuzuncu yüzyılda Kağan Obadya’nın ve onu izleyen haleflerinin baskıları ve her türlü tehlikeyi göze alarak Museviliği Hazar İmparatorluğu’nun resmî dini hâline getirmeye karar vermeleri sonucunda hızlanmıştır. Dolayısıyla zaman faktörü de tespitleri etkilemiştir.
Gezginlerin bu açıklamalarının yanı sıra, Museviliğin yalnızca kağan ailesi ve yönetici sınıfıyla sınırlı kalmadığı konusunda hatırı sayılır fazlalıkta arkeolojik kanıtlar da günümüze ulaşmıştır.
Örneğin Taman Yarımadası’nda bir yüzüne Yahudi sembolleri, öteki yüzüne Türk boylarına ait aşiret sembolleri kazınmış olan altmıştan fazla mezar taşı bulunmuştur. Benzer mezar taşlarına Kırım Yarımadası’nda, Kerch boğazında rastlandığı gibi başta Sarkel Kalesi olmak üzere pek çok kalenin beden duvarlarında bu sembollere ve aşiret simgelerine yan yana rastlanılmıştır.
1962 yılında Kiev’de bulunduğu için “Kiev Mektubu” adını alan ve 930 yılında Kievli Hazar Musevileri tarafından yazıldığı sanılan yazılı metinlerde, Yahudiliğin yalnızca yönetici sınıfla sınırlı kalmadığı, tam tersine yerleşim birimlerinde güçlü biçimde kök saldığı belirtilmektedir.
Hazarya’da Museviliğin yaygınlaşması konusunda dikkate alınması gereken diğer önemli nokta, öteki ülkelerden aldıkları yoğun Yahudi göçüdür. Kevin Alan Brook’a göre Hazar toprakları, yüzyıllar boyunca zulümden kaçan Yahudi sığınmacılar için en önemli yerleşim yeri olmuştur. Artanonov da Hazarya’ya kaçan Yahudilerin buraya yerleşerek ülke sakinleriyle kaynaştıklarını söylüyor. Gene K. A. Brook, “Yahudiler 943 yılında Müslüman ülkelerden ve Bizans’tan Hazarya’ya kaçmaya devam ediyorlardı. Hazarya’ya Mezopotamya’da yaşayan Yahudiler de göç etmişlerdi,” diyor.
Sarkel ve daha pek çok bölgedeki Musevi mezarları, Sinagog harabeleri ve gezginlerin izlenimleri, yalnızca yönetici sınıfın değil, halktan da pek çok kimsenin Museviliği kabul ettiğini, yoğun Yahudi göçleri nedeniyle bu inanç biçiminin giderek yaygınlaştığını, bize yadsınamaz biçimde gösteriyor.
Ne var ki İsrail/Yahudi lobisine mensup etkin çevreler, İsrail’in varlık nedenine karşı tehdit oluşturabileceği kuşkusuyla, İbraniler dışında, Türklerden oluşan yoğun Yahudi nüfusunun bulunduğu görüşüne şiddetle karşı çıkıyorlar ve her türlü yöntemi kullanarak bu yönde çalışan araştırıcıları önemli derecede köstekliyorlar.
Şu nokta da dikkat çekicidir: On beşinci yüzyılda yaşamış Pers tarihçisi Mirhond’un aktardığına göre Selçuk Bey’in babası Dukak, Hazar Kağanı’nın hizmetindeydi ve az rastlanır ölçüde insanlığı ve yiğitliği sayesinde herkesin dikkatini üzerinde toplamıştı. O dönemde kağanın bunca yakınında olan üst rütbede birisinin Musevi olamayacağı düşünülemez.
Dukak’ın oğlu Selçuk, genç yaşında babasını kaybedince kağan tarafından “subaşı” göreviyle hizmete alınmış, saray görevlileri arasında ciddi kıskançlıklar yaratacak boyutta mevkii yükseltilmişti. Bu durum kağanın karısında da kıskançlık duyguları uyandırınca yaşamını tehlikede gören Selçuk Bey, yanına bin süvari, 1500 deve ve elli bin koyun alarak Hazarya’dan kaçmıştır.
Bu öykünün ana hatlarıyla gerçeği yansıttığı, artık kabul gören gerçektir. İşte bu göç sırasında Selçuk Bey’in yanında götürdüğü üç oğlunun adları Musa, Mikael ve İsrael idi! Bu isimler, Hazarya’da Museviliğin ne denli yayıldığına kanıttır.
Araplarla Hazarlar arasındaki düşmanlık, ülkede Müslümanlığın topluca kabulünü olanaksız kılmıştır. Hazar Kağanı Yasef’in, Endülüs Başbakanı Yahudi Hasdai’ye yazdığı ve nasıl Musevi olduklarını anlatan mektubu da somut belgedir. Bir Hazar Kağanının ülkesinde çok sayıda Yahudi okulları ve Sinagoglar yaptırdığını, Museviliği yaymak için sertliğe başvurduğunu bu mektuptan öğreniyoruz.
Hazarya’da Museviliğin yaygınlığı konusunda fazlaca belge ve bilgi sunmamın nedeni, daha çok Yahudi, bazen da Türk çevreleri tarafından inatla, ama çoğu zaman maksatlı olarak iddia edilen “Hazarya’da yalnızca sınırlı sayıda yönetici sınıfın Musa dinine geçtiği” yolundaki ideoloji kaynaklı yaygın yayınlara karşı okurlarımı donanımlı kılma gereğini görmemdir. Yoksa bu donanım olmadığında maksatlı yayınların etkisinde kalmak pekâlâ olanaklıdır.
Diğer dikkat çekici olay şudur: 733 yılında Kağan Bulan’ın kızı Çiçek Hatun, Bizans İmparatoru’nun oğlu Konstantios’la evlenecek, bu evlilikten doğan prens, 775 yılında Leon Hazar adıyla imparator olacaktır. Yani Hazar Kağanı’nın torunu, üstelik “Hazar” adıyla Bizans İmparatoru’dur!
Bu evlilik için İstanbul’a giden Çiçek Hatun’un çeyizindeki elbiseler Bizans’ta şaşkınlık uyandıracak denli beğenilerek moda olmuş, “Çiçekyan” adı verilen bu elbiseleri erkekler de giymişlerdi. Bugün Yunan Parlâmento kapısını sembolik olarak koruyan askerlerin Foustalena adlı giysileri muhtemeldir ki Çiçek Hatun’un getirdiği giyitlerden esinlidir.
Bu olayın önemi Hazar-Bizans ilişkileri hakkında fikir vermesindedir.
“Elbise” konusuna değinmişken şunu da eklemek isterim: Al-Istakhiri’nin, “Hazarlar ve Hazarya’da yaşayan diğer topluluklar ceketler ve entariler giyer” şeklindeki aktarımını Dunlop şöyle yorumlamıştır: “Bu uzun ceketler, aslında Aşkenazik Yahudilerinin on dokuzuncu yüzyılda giydikleri cüppelere benzeyen kaftanlardı!”
Hazar İmparatorluğu onuncu yüzyılın ikinci yarısında zayıflama sürecine girmiştir. Kevin Alan Brook’a göre Hazarlar 1016 yılına dek siyasi bağımsızlıklarını sürdürmüşlerdir.
Bu konuda önemli araştırmalar yapan, ne var ki değindiği konular yüzünden İsrail tarafından aforoz edilerek adı ansiklopedilerden silinen Abraham N. Poliak, Hazar Krallığı’nın etkinliğini kaybetse de 1224 yılına dek sürdüğünü, Dunlop ise on ikinci yüzyılda Hazar Devleti’nin bağımsızlığını koruduğunu söylemektedir.
Ama bizim için önemli olan on birinci yüzyılda Hazar Devleti’nin yıkıldığı söylenecek kertede zayıfladığı ve göç yoğunluğunun bu tarihlerde başladığıdır.
İşte bu noktada, Türklerin Anadolu’ya yoğun ve sistemli biçimde girişlerinin aynı tarihlerde başladığını özellikle vurgulamalıyım. Çünkü gelecek yazılarımda bu nokta, referans noktası olacaktır.