Cahit Ülkü – Osmanlı Öncesi Anadolu’su 2

Bu sayıdaki yazımda, 1071 yılını izleyen dönemde Anadolu’ya gelen Türklerin Müslümanlığına, özellikle de onlarınkiyle Arapların Müslümanlığı arasındaki farka değineceğim.

Tarih, Türk-İslâm kaynaşmasına tanıklık etmiştir, ama tarihin tek döneminde Türk-Arap kaynaşması olmamıştır. O kadar ki Osmanlı, Arap’ın akıttığı çeşmeden su bile içmemiş, her ırktan insanlara veziriazamlığa dek uzanan görevler vermesine karşın, tek Arap’a, yerel yöneticilik dışında görev vermemiştir. Sırp, Hırvat, Arnavut, Gürcü, Ermeni, İtalyan, Rum, Macar, Çerkez ve daha pek çok başka kavimlerden gelen insanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihini etkileyebilecek düzeyde görevler yapmışlarsa da bu konuma ulaşmış tek bir Arap yoktur.

Claude Cahen öyle diyor: “Türklere sunulan Müslümanlık özel bir türdü. Bu, büyük bilginlerin Müslümanlığı değil, halk arasında sevilen gezgin din adamlarının, çeşitli kültür düzeyindeki tüccarların ve sınırlardaki askerlerin sunduğu Müslümanlıktı.” Claude Cahen’in büyük olasılıkla Alevilik hakkında yeterli bilgisi olmadığından, yazar sözünü ettiği inanç biçiminin “Alevilik” olduğunu fark edememiş, Şamanist geleneklerden yoğun izler taşıdığını belirtmekle yetinmiştir.

Gene aynı bilim adamı, Anadolu’daki Türk-İslâm toplumunun Arap dünyasıyla hiçbir bağlantı kurmadan geliştiğini vurguluyor.

Anadolu Türklerinin Müslümanlığı, yabancı Müslümanlara algılamakta zorluk çekecekleri kadar farklı nitelikler olarak görünmüştür. Onlara göreAnadolu, Arap dünyasına hiç benzemeyen bambaşka bir ülkedir. RobertP. Blake, “Türklerin Müslümanlığının kendi özel rengini anlamalıyız,” derken, Gibbons ise, “Şahsen gördüğüm için tanıklık ederim ki bu göçebeler Muhammed hakkında gayet müphem, Kuran ve Müslümanlık ibadet ve ayinleri hakkında ise hiçbir fikre malik olmaksızın kalmışlardır,” diyor.

İbn Fadlan Türk kadınlarının siyasal ve toplumsal yaşama tam bir özgürlükle katıldıklarını, kadınların örtünmediklerini ve vücutlarının hiçbir kısmını kimseden saklamadıklarını belirttikten sonra tanık olduğu şu ilginç olayı bizlere aktarmaktadır: “Bir gün konuşma sırasında ev sahibinin karısının eteğini kaldırarak cinsel organını kaşıdığını gördüm.

Şaşkınlığım karşısında ev sahibi gülmeye başladı. Tercümanı onun söylediklerini şöyle tercüme etti: Karım herkesin önünde cinsel organını açıyorsa bu, cinsel organın erişilmez olduğunu gösterir ve bu, cinsel organını saklayarak ona erişilmesine izin vermesinden iyidir!”
Dilerim eşlerine örtünmeleri için baskı kuran Araplaşma eğilimli günümüzün bir kısım erkeği, 700 yıl önce yaşamış atalarının eşlerine karşı duyduğu güvenden nasiplerini alırlar.

İbn Batuta, “Türklerde kadınların gördükleri saygıyı gözlerimle gördüm. Gerçekten Türklerde kadınların erkeklerden üstün yerleri vardır,” demektedir. Avrupalılar da Türk kadınlarının erkekler gibi ata bindiklerini, ok attıklarını, ya da öküz arabası kullandıklarını gördükçe en az Müslümanlar kadar şaşırmışlardır. Dokuzuncu yüzyılda İbn Rüşt, ya da on birinciyüzyılda El-Bekri gibi Müslüman yazarlar, Türk kızlarının eş seçiminde mutlak bir özgürlüklerinin olduğunu bildirmektedirler.

İnsan, bir yandan kadınların 700-800 yıl öncesinde sahip oldukları saygınlığa, öte yandan günümüzde uğradıkları saldırılara bakarak, “Acaba Anadolu’da büyük bir çürüme ve bozulma dönemi mi yaşanıyor; yoksa bu tersine gidişe Müslümanlığın giderek Araplaşması mı neden oluyor?” diye düşünmek zorunda kalıyor.

Türklerin kadınlara geçmişteki yaklaşımları, onların Müslümanlığının Araplarınkinden ne denli farklı olduğunu sanırım açık biçimde göstermektedir.

Danişment paralarında İsa’nın elini başını koyduğu krala, ya da Sen-Jorj’un ejderhayı öldürdüğünü gösteren Hıristiyan dünyasına ait simgeler bulunmaktadır. Müslüman-Arap paralarına alışkın Artukluların sikkelerinde de benzer figürler, İsa ve aziz betimlemelerini andırır biçimde etrafı ışıklı hâle ile çevrilmiş insan başları vardır. Selçuklu paralarında ise sultanın profilden portresi ve aslan resimleri dikkati çekmektedir. Bu tür paralar İslâmî geleneklerle asla uyuşmaz.

Hıristiyan nüfusun çoğunlukta, Müslüman nüfusun azınlıkta olduğu bazı kentleri gezen Müslüman gezginler, oralarda gördükleri şaraplı, domuz etli dinsel alayların kent sokaklarında dolaşmalarına tepki göstermişlerse de yerli Müslümanlar bu tepkilerin şiddete dönüşmesine izin vermemişlerdir. Anadolu’nun uzak geçmişinde, yakın geçmişte yaşadığımız inanç kökenli olayların benzerleri asla yaşanmamıştır.

Aynı şekilde, totaliter ve teokratik rejimlerin koşullandırmalarıyla ve Engizisyon kültürüyle beslendikleri için olayları hep bu koşullanmanın güdümünde değerlendirmek zorunda kalan batılı insanlar, Müslüman dünyasının başka hiçbir yerinde karşılaşmadıkları Anadolu Müslümanlarının dinsel hoşgörüsünü de anlayamamışlardır.

Kopt patriğine bağlı bir tarihçi, o dönemden bize şu bilgileri veriyor: “Rum’daki Sultan Mesud’un uyruklarının büyük bölümü Greklerdir. Dürüstlüğü ve hükümetinin düzenliliği nedeniyle bu insanlar onun yönetiminde yaşamayı yeğ tutuyorlar.”

Suriyeli Mihael’e göre ise “Türkler kutsal gizlere önem vermediklerinden, bir kimsenin nasıl ibadet ettiğini sorgulamak ve bu nedenle bir kimseyi cezalandırmak onlara çok ters gelen şeydir. Bu yüzden hain ve yobaz Greklerin tam karşıtıdırlar.”

Michel Balivet; “Anadolu’da gayrimüslimlerle ilişki kurmaya yatkın ve uygun bir İslâm söz konusudur,” dedikten sonra ekliyor: “Gezgin dervişlerin, Türkmen babaların popüler ve fazla biçimci olmayan bir din anlayışları da söz konusudur.” Ayrıca yazar, bir sufinin şunları dediğini aktarıyor: “Yüreğim bütün biçimlere açıktır. Putlar tapınağı, Hıristiyan papazların manastırı, Musa’nın on emri, müminlerin Kuran’ıdır; dinim sevgi dinidir.”

Bu söylemler, Arap Müslümanlığıyla asla bağdaşmaz ve tipik Alevi söylemleridir, Aleviliğin insana bakış açısıdır. Aslında Anadolu Müslümanlığını Arap Müslümanlığından ayıran en önemli faktör, Anadolu Aleviliğinin yaygınlığıdır; onun ortaya koyduğu anlayış sayesinde Müslümanlığın hümanist bir derinlik kazanmasıdır. Bu nedenledir ki gelenlerle yerlilerin inançları arasındaki uyuşma isteği belirgin ve etkin durum alabilmiş ve Müslümanlık onlara kucaklayıcı güler yüzüyle görünmüştür.

Ortaçağın Anadolu Türkiye’sinde dinsel farklılıklar, evliliklerin önünde engel oluşturmamıştır. Örneğin Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus’un annesi, Grek papazının kızıydı, Alâeddin Keykubat ise Gürcü prensesin oğluydu. Keykavus I ve Keykavus II’nin anneleri Grek’ti. Keykavus II’nin üç oğlunun da anneleri Hıristiyan’dı.

Bizans İmparatoru Palaegolos zor duruma düşünce Kastamonu’daki Türkmen dostlarına sığınmıştı. Bizans İmparatoru Aleksis’in torunu olan İzak’ın oğlu İsaac Commenus, Sultan I. Mesud’a sığınarak onun kızlarından biriyle evlenmiş ve Selçuklu ümerasına katılmıştır. Bir rivayete göre de Osmanlı hanedanı bu evliliğe dayanmaktadır.

Selçuklu hükümdarı II. İzzettin Keykavus’un oğlu, 1262 yılında babasıyla birlikte Bizans’a sığındıktan sonra ülkesine dönmeyerek İstanbul’da Hıristiyanlığı benimsemiş ve “Melik Kostantin” adını alarak Bizans’ın önemli komutanlarından biri olmuş, hatta sonradan Bizans tahtını ele geçirmeye çalışmıştır.

Daha geriye gidersek, Selçuklu Devleti’ne adını veren ve rivayete göre de 107 yaşına dek yaşayan Selçuk Bey’in önceleri Musevi olduğunu ve ileri yaşlarındayken Müslümanlığı kabul ettiğini, üç oğlunun adlarının Mikael, İsrael ve Musa olduğunu görürüz. Çağrı Bey ve devletin gerçek kurucusu sayılan Tuğrul Bey, Mikael’in oğullarıdır.

Profesör Halil İnalcık’ın “Doğu Batı” adlı eserinde belirttiğine göre ise Osman Gazi, İslâm hukukunun inceliklerini bilmeyen bir Türkmen lideridir.

Türklerin Müslümanlığı konusunda ek olarak şunlar da söylenebilir: Osman Gazi’nin kuzenine ait mezarda, insanın ateşini düşüren, atların hastalıklarını iyi eden güçlerin olduğunu bizlere aktaran kayıtlar vardır. Âşıkpaşazade’nin naklettiğine göre, Osman Gazi’nin bir kardeşinin son nefesini verdiği yerde büyüyen ağacın tepesinde bazı durumlarda bir alev görünmektedir. Oruç Bey ve Neşri de de eserlerinde “Koyunhisarı savaşında Osman Gazi’nin kardeşinin oğlu Aydoğdu’yu şehit ettiler. Rahmetullahı Dinboz sınırında yola gömdüler.

Ne zaman at sancılanır olsa, getirirler, o mezarı üç defa dolaştırırlar. Hak Teâlâ inayetiyle şifa bulur,” demektedirler. Bu tür söylemlere orta dönem tarihçilerin eserlerinde sıkça rastlıyoruz.

Bunlar gösteriyor ki Şamanist ya da Paganist eğilimler, o dönemin insanları arasında en az Müslümanlık kadar, hatta ondan da fazla yoğundu ve günümüze yansıyan yatırlarda mum yakmak,çapıt bağlamak gibi davranışlar o günlerin hatıralarındandır.

Bütün bunlar, Türklerin Anadolu’ya girişlerini izleyen en azından ilk 250 yılı boyunca Arap Müslümanlığından çok uzakta olduklarını, taassup şöyle dursun, sade halktan hükümdarlara dek uzanan geniş bir yelpaze için İslâmiyet’in toplumun ana ve değişmez bir karakteri ve bağı hâline henüz gelmediğini gösteriyor. Belki de Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme sürecine girmesi, dinin giderek Araplaşması nedeniyledir.

Bazı gezginlerin saptamalarına göre, gerek ibadet usullerinde gerekse genel Müslümanlık bilgileri açısından, o günlerin Türkleri vurdumduymazlık olarak nitelendirilebilecek ölçüde donanımsızdılar.

Bu ayki sohbetimizi şöyle özetleyebilirim: Ele aldığımız dönemin Anadolu’sundaki Müslümanlık, Arap Müslümanlığından ne denli farklıysa, günümüzün Müslümanlığından da o denli farklıydı ve toplum katmanlarında Müslümanlığa ilişkin bilgiler son derecede yetersizdi. Ya da, din ve imanı ayıran o günlerin insanları, bu bilgileri önemsemiyorlardı.

Ayrıca o dönem Müslümanlarının, Hıristiyanların kendi dinlerine geçişlerini kolaylaştırmak için, Hac, Oruç gibi farz olan bazı zorlayıcı ibadet unsurlarını onlara söylemediklerini bile düşünebiliriz. Zaten Aleviler için Hac ve oruç inançlarının emirlerinden değildir. Üstelik Halil İnalcık’ın saptamasına göre, kuruluş döneminin hiçbir aşamasında Osmanlı kendisini belli bir inancın temsilcisi olarak görmemiştir, ama Ortodoksların koruyuculuğunu açık biçimde üstlenmiştir.

Sonuç olarak kendi adıma şunu söyleyebilirim ki, ele aldığımız dönemin Anadolu’su, bana bugünün Anadolu’sundan çok daha sıcak ve kucaklayıcı geliyor.

haberrevizyon cahit ülkü 1

haberrevizyon cahit ülkü 2

haberrevizyon cahit ülkü 3

 

HABER REVİZYON DERGİSİ EKİM 2013

Bir cevap yazın