Cahit Ülkü – Osmanlıların Menşei Konusunda Düşünceler

Osmanlıların Kayı Boyu’ndan gelip gelmedikleri tarihçiler arasında tartışılmaktadır. Örneğin Mustafa Akdağ, “Osmanlıların reisi olabilecekleri ‘Kayı’ Aşireti’nin veya diğer bir aşiretin varlığı tamamen hayal ürünüdür,” derken, Sencer Divitçioğlu da benzer söylemle “Kayı Boyu, on beşinci yüzyıl uydurmasıdır,” demektedir. Ama bu iki tarihçi de çıkarımlarını belgeleyememekte ya da ayrıntılarıyla açıklayamamaktadır.

 

Uzunçarşılı ve Fuad Köprülü Osmanlıların Kayı Boyu’ndan geldiklerini kabul ederler ama Köprülü’ye göre kuruluş bilmecesinin açıklanmasında bunun hiçbir önemi yoktur. Çünkü o, olaya benden farklı pencereden bakıyor, Anadolu halkının önemli bölümünün Kayı Boyu’na mensup olduğunu bilmesine karşın değerlendirmelerinde bu önemli gerçeği göz ardı ediyordu. Kayı Boyu mensubu olmak o denli önemlidir ki, o boyun başındaki bey, elimizdeki bilgilere göre Anadolu’da yaşayan insanların belki de yarsına hükmediyor demekti.

Gibbons ise, “Osman’ın ecdadını tahmin edemiyoruz. Herhâlde çok muhtemeldir ki bunlar içinde meşhur kimse yoktu. Belki de Amerikalıların dediği gibi o, ‘kendini yetiştirmiş adam’ (a self made man) idi,” demektedir. Gibbons’a göre “meşhur kimse” olmak, sanırım yazılı metinlerde adı sıkça geçmekle olanaklıydı. Oysa hem o döneme ilişkin yazılı metinler yok denecek denli azdır ve hem de Osman Bey ile babasının yaşadığı dönemlerde bu beyliğin bulunduğu bölge her türlü kargaşadan uzak ve olaysız bölge idi. Tarihçilerin başlangıçta Osmanlı hanedanından bahsetmemelerinin nedeni, bölgelerinin bu dingin karakteridir. Yani bu durumu, Osmanlıların başlangıçta güçsüz ve önemsiz olduklarına yormak son derecede hatalıdır.

Osmanlıların Kayı Boyu’na mensup oluşlarını bir tür masal olarak görenlerin ortak dayanakları özetle şudur: Bu iddia on beşinci yüzyılda, II. Murad zamanında ortaya atılmıştır. O dönemde Osmanlılar Avrupa’da art arda yenilgiye uğradıklarından hanedanın itibarı sarsılmıştı. Hem bu sarsılan itibarı onarmak, hem de diğer Anadolu Beyleri’ne karşı üstünlük elde etmek için böyle bir masal uyduruldu ve II. Murad döneminde bastırılan paralara “Kayı” damgası yerleştirildi.

Bu tür savlar mesnetsizdir. Çünkü daha Orhan Bey zamanında kestirilen ilk Osmanlı akçesinde “Kayı” damgasının bulunduğunu, İ. Hakkı Uzunçarşılı’nın öğrencilerinden ve önde gelen nümismatlarımızdan Fahriye Arık tarafından tespit edilmiştir.

Tek başına bu kanıt dahi yeterli olsa da basit bir mantık yürütmesiyle Kayı Boyu mensupluğuna “uydurma” diyenlerin tezini çürütebiliriz. Bu iddianın yoğun biçimde gündeme geldiği tarihlerde, Anadolu halkının hafızası, kimlerin hangi boydan geldiklerini bilebilecek kadar tazeydi.

Özellikle Anadolu’da yoğun olarak bulunan Kayı Boyu’na mensup kimseler, eğer Osmanlıların Kayı Boyu’ndan geldikleri iddiası uydurma olsaydı, bu söylentilerin kocaman yalan olduğunu uluorta söyleyeceklerdi. Osmanlılar tarafından asılsız aidiyet iddialarında bulunulması hâlinde bu ailenin halk nazarında düşebilecekleri durumu kolaylıkla hayal edebiliriz. Kuşkusuz gurularıyla ünlü Osmanlılar, halkın gözünde düzmece şecereler uyduran yalancılar durumuna düşmek istemezlerdi.

Kayı Boyu’ndan gelindiğine ilişkin yaygın iddiaların II. Murad dönemine denk gelmesi ise, sultanların içine sığınacağı süslü kaftana gereksinim duymalarından değil, bize intikal eden ilk yazılı tarih metinlerinin o yıllarda kaleme alınmaya başlanmasındandır.

Kaldı ki Osmanlılar tarihlerinin her evresinde ait oldukları boyla değil, hep yaptıklarıyla övünmüşlerdir. Hem kendisini “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören ve tırnak artıklarını tütsüleyerek Sürre Alayı ile Kâbe’ye gönderip Peygamberin mezarına gömdüren sultanlar için Kayı Boyu’nun ne önemi olabilirdi ki?
Osmanlı şeceresine ilişkin tarihçilerin öngörülerine kısaca bakmak yararlı olacaktır. Bu konuda belgelerle yeterince desteklenmemiş en ilginç söylenti, on ikinci yüzyılda Konya’ya göç eden Comenni ailesine mensup Bizanslı prensin orada Müslümanlığı kabul ettikten sonra Selçuklu sultanının kızıyla evlenmesi ve bu evlilikten doğan çocuğun Ertuğrul Bey’in büyük dedesi olduğu yolundaki rivayettir. Ayrıca, Osman’ın ilk adı “Otto” olan bir Ermeni olduğunu öne sürenler de vardır ve onlara göre imparatorluğa “Ottoman” adının verilmesi bundandır.

Gibbons’a göre ilk Osmanlılar sıradan çobanlardı, İslamiyet’i kabul edip Hıristiyan Rumlarla yeni ırk yaratma sürecine girmeselerdi, kaybolup gideceklerdi. Wittek’e göre onlar Kayı Boyu’ndan gelmeyip Gazi Teşkilatı’na mensup kimselerdi. Âşıkpaşazade ve Neşri gibi klâsik tarihçiler, onların Kayı Boyu’ndan geldiklerini belirttikten sonra, Ertuğrul Bey’in babası Süleymanşah aracılığı ile Osmanlıların soylarını Nuh Peygamber’e dek vardırırlar ve Osmanoğulları’na ışıltılı bir özgeçmiş yaratırlar. Onların eserlerini referans alan hayli yerli ve yabancı tarihçi de aynı görüşü benimser.

Mustafa Akdağ’a göre Osmanlıların Kayı Boyu’ndan gelmiş olmaları her ne kadar uydurma ise de onların öteden beri Selçuklu aristokrasisine mensup oldukları kesindir. Ona göre Osman ve babası Ertuğrul, bütün idare ve siyaset usullerine vakıf birer Selçuklu devlet adamlarıydılar.

Aldo Gallotta, “Kayıların Anadolu’daki ilk Türk nüfusun yerleşip yayılmasında büyük rol oynadığı göz önüne alınırsa, Osman’ın soyunun Kayılardan gelme olasılığı kabul edilebilir,” demektedir. Enveri’ye göre Ertuğrul Gazi’nin büyük babasının babası ve Kayı Boyu’ndan gelen Çalış Han, Selçuk oğlu Süleymanşah’ın kızıyla evlidir.

Bu nokta üzerinde özellikle durmak isterim. Çünkü pek çok tarihçiye göre, Osmanlı’yı Selçuklu hanedanına bağlamak amacıyla Süleymanşah’ın Osman Bey’in dedesi olduğu masalı uydurulmuştur. Bu, gerçekten masal mıdır? Dede Süleymanşah’ın Habur nehrini geçerken atından düşüp ölmesi öyküsüyle Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve hükümdarı Süleymanşah’ın ölüm öyküsü birebir örtüşmektedir. Hatta bazı rivayetlere göre gömüldükleri yer de aynıdır. Bu nedenle hayli tarihçi, farklı gibi gösterilen bu iki kişinin aslında aynı kimseler olduklarını söyler.

Çalış Han ile ilgili rivayet pek çok eski kaynakta geçmektedir. Eğer bu evlilik gerçek ise, Osmanlı soyunun Süleymanşah’a bağlanması doğrudur, çünkü bu kişi Osman Bey’in anne tarafından birkaç kuşak öteden dedesidir.

Eldeki bilgilere dayanarak bu rivayetin kesin olduğunu ileri sürmek elbette olanaksızdır; ne var ki durup dururken bazı şecereler uydurulması da akıl kurcalayıcıdır. Bu rivayetin bazı başka rivayetleri doğruladığına bakarak doğru olabileceğini dikkatlerden uzak tutmamalıyız.

Zaten tarih araştırmalarında bir metot da farklı rivayetlerin birbirlerini doğrulayıp doğrulamadığına bakarak hüküm vermektir. Bu metoda göre birbirlerini doğrulayan rivayetlerde, söylemlerde önemli gerçeklik payı olabilir. Ben de elimizdeki bilgilere dayanarak, bu bilgiler kesin kanıt niteliğinde olmasalar da, Osman Bey’in birkaç kuşak uzaktan dedesinin Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı olan Süleymanşah olabileceğini düşünüyorum.

Gariptir ki burada yürüttüğüm basit mantık, diğer tarihçilerce yürütülmemiştir.

1673-1723 yılları arasında yaşayan, bir ara Osmanlı Devleti’nin hizmetinde bulunmuş olan Dimitri Kantemir’in yazdığına göre, onun yaşadığı yıllarda Osmanlılar ile Kırım hanlarının aynı kökenden geldiklerine ilişkin iddialar vardı. Osmanlı tahtına geçebilecek kimsenin kalmaması durumunda tahtın Kırım Hanı’na ait olacağı yönündeki bazı bilgilerle bu bilgi bağdaştırıldığında, söz konusu iddiada doğruluk payının olabileceği düşünülemez mi? Kaldı ki Hazar Devleti’nin dağılmasından sonra bir kısım Hazarların Kırım’ın sahil kesimlerinde devlet kurdukları ve on beşinci yüzyılda bu bölgeye “Hazaria” adı verildiği bilinmektedir. Bu bilgilerle, Hazar İmparatorluğu’nun sınırları içinde çok miktarda Kayıların yaşamış olduğu gerçeği birleştirilince, ortaya farklı bir resim çıkmaktadır.

Bir de Osmanlıların denizci kavim olduklarına ilişkin yoğun iddialar vardır. Kantemir, Ertuğrul Bey’in babası olan Süleymanşah’ın, Hazar Denizi kıyılarında oturan bir Türkmen kabilesinin reisi olduğunu söyler. Hemen anımsatalım ki, Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu olan Süleymanşah da yaşamının bir dönemini Hazar kıyılarında geçirmişti.

Timur, Yıldırım Bayezid’i tehdit ve aşağılama amacıyla gönderdiği mektupta, onun gemici Türkmen neslinden geldiği keyfiyetinin kendisince malum olduğunu, bütün Mısır, Suriye ve Anadolu halkının bunu bildiğini ifade eder.

Bunlar oldukça kesin ifadelerdir ve Timur’un mektubu arşivlerimizde durmaktadır.

Ayrıca Timur’un yaşam öyküsünü yazan Şerafeddin Yezdî’ye göre de Osmanlıların Türkmen denizcinin soyundan geldiği kesindir. Bizanslı tarihçi Chalcocondilas, Osman’ın 1298’de donanması ile Mora, Eğriboz ve Doğu Yunanistan’ı tehdit eden Ertuğrul’un oğlu ve 1310’daki Rodos seferinin kahramanı olarak göstermişse de bu savın kesin kanıtları yoktur.

Ne var ki İsmail Hakkı Danişmend de, “Ertuğrul Bey bazı ecnebi kaynaklarda, özellikle Rodos kayıtlarında deniz akınları yapmış Türk korsanı şeklinde gösterilir ve oğlu Osman’ın da kendisi gibi denizci olduğundan söz edilir,” demektedir. Hatta bu tarihçimiz ünlü kronolojisinde, Osman Bey’in 1310 yılında Batı Kaynaklarına dayanarak Rodos Seferi’ne çıktığını kaydeder.

Bu bilgiler, Timur’un Yıldırım Bayezid’e “Kayıkçı ahfadı” demesi ile birleştirilince, insan bir an duraksıyor. Üstelik Osmanlı Padişahlarının denizden korkmaları anımsanınca, “Acaba onlar, geçmişte atalarının yaşadıkları kötü bir anıyı belleklerinde mi tutuyorlardı?” diye düşünmek zorunlu oluyor. Bütün bu söylentileri değerlendirirken, Kayı Boyu’ndan gelme Hüsameddin Çoban’ın filo komutanı olduğunu ve daha önce sunduğum bir şecereye göre Ertuğrul Bey’in dördüncü kuşaktan dedesinin adının “Kayık Alp” olduğunu da anımsamalıyız.

Bu bilgileri verdikten sonra kesin kararı sizlere bırakıyorum. Ayrıca bu bilgilere bakarak ne denli karanlık dehlizlerde dolaştığımız da sanırım anlaşılmış oluyor.

Haber Revizyon Nisan 2014 cahit ülkü 1

Haber Revizyon Nisan 2014 cahit ülkü 2

Haber Revizyon Nisan 2014 cahit ülkü 3

Haber Revizyon Nisan 2014 cahit ülkü 4

HABER REVİZYON DERGİSİ NİSAN 2014

Bir cevap yazın