Can Kapyalı – Çağdaş ve Çağcıl

Konuşmalar, sohbetler sırasında ve hatta düzenlenen bazı paneller esnasında “çağcıl” sözcüğünün kullanıldığına ilk kez rastladığını belirtenler oldu. Çağdaş ve çağcıl sözcükleri konusu, anılarını tazelemekten onur duyduğum iki ustamızla yıllar önce yapılan bir sohbet sırasında geçmişti: Aziz Nesin ve Onat Kutlar.

Beyoğlu Yeni Melek Sineması’nın bulunduğu binada Onat Kutlar’ı ziyarete gitmiştim. “Atatürk’ü öldürmek isteyen casus Mustafa Sagir” konulu bir senaryo çalışması içindeydim. Onat Kutlar’ın yanında Aziz Nesin de vardı. Konuşmalar dönüp dolaşıp “çağdaş ve çağcıl” sözcükleri üzerine geldi. Her iki usta da “çağdaş ve çağcıl” sözcüklerini sanatçı gözüyle irdeleyerek, evrensellik konusuna değinmişlerdi. Aziz Nesin “çağcıl” sözcüğüne Meydan-Larousse’da da yer verildiğini belirttikten sonra, “çağdaş”ın adaş, yurttaş gibi eş anlamlılık belirttiğini; “çağcıl”ın ise öncül, insancıl gibi eğilim, iyelik anlamlarında kullanıldığını söyledi. Yeniliklerin yaratılmasını, benimsenmesini, onlara uyulmasını ve uygulanmasını ifade ediyor dedi. Çağdaşlık, çağcıl hamlelerin açtığı evrensel bir kapıydı. Yüce Atatürk’ün kastettiği “Muasır Medeniyet”, yani aklı ve bilimi temel alan çağdaş uygarlık; çalışmaların insan ve insanlığa yönelik hizmetlere yönlendirildiği, kısır zevklerin ve kişisel tatmin davranışlarının itibar görmediği, topyekûn yükselmeyi, aydınlık yarınları yaratıcı bir düşünce ve yapılanma ortamı yaratmak, geleceğe taşınmasını sağlamak, çağdaşlığı yaratan çağcıl hamlelerdi…

Gerçekten de ülkelerin gelişmiş ülke olma özellikleri, her şeyden önce yaşadıkları çağa sanatsal, bilimsel, sosyal vb. gibi buluş ve etkinliklerle damgasını vurmaktan kaynaklanıyordu. Yoksa dünya üzerinde XXI. yüzyılı yaşayan her devlet, aynı çağı paylaşmaktaydı. Bu aynı çağı paylaşan devletlerin günümüzde “gelişmiş” sıfatını kazanması, çağın her anlamdaki uygarlığına ayak uydurması ve çağa bireysel ve toplumsal katkıda bulunmasıyla mümkün olmaktaydı.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan ve henüz yüzüncü yılını tamamlamayan kısa yakın tarihimize göz atacak olursak, aydınlarımızın elbet örnek olacağına inandığımız zamanın çağdaşlığa, modernliğe dönük hareketlerinin, dünya düzenine ayak uydurmak istek ve özleminden kaynaklandığına tanık olunacaktır.

Günümüz dünyası yeni bir çağın içindedir. Günümüzde bir zamanlar yalnızca bilim-kurgu filmlerinde izlediğimiz ve “Acaba böyle şey de olur mu?” diye kendi kendimize sorduğumuz teknolojik gelişmeler yaşanıyor. İnternet ve giderek gelişen cep telefonu, tablet pc’ler gibi bir dönemin şaşırtıcı süreci içindeyiz.

Onlarsız olmuyor. Çağcıllık anlamında ilerleyiş ve yükseliş, aşamalı bir şekilde devam ediyor. Hep Bilgi Çağı’ndan söz ediyorduk. Oysa bu yaşanan gelişim, bir Bilgilenme Çağı’dır. Bu çağın öğretisi bir de felsefi özelliğini ortaya koyuyor: Ödev-görev öğretisi içinde çağcıl değişimlere yönlendiriyor. Yüzyıllardır aynı kalan ve yenileştirilmesi söz konusu olmayan temel prensipler içinde çağcıl hamlelerin, bilimsel ve somut verilerin ışığı altında göreve dönüştürülmesi bekleniyor. Zira ödev devam ederken, görev mükellefiyetinin kusursuzca uygulamaya sokulması gerekiyor. Kaldı ki zaman dahi çağcıl yapılanmalar doğrultusunda insanlık serüveni içinde tarihe geçtiği ve tarihte yer aldığı süreç içinde çağdaş kalıyor.

İnancımız insanları birbirine bağlayan kardeşlik duygusu temelinin maddeden uzak, sevgi bağı zincirinin ardı ardına sıralanan halkalarından oluşması gerçeğinin, daha kolay anlaşılır olacağıdır. Günümüz aydını yükümlülüklerine sadık kaldığı oranda insanlığın mutluluğu için çalışıyor demektir. Dünya ve medeniyet tarihinin en önemli yapı taşlarından ünlü Türk mutasavvıfı Yunus Emre “Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” derken, esasen insanoğlunun olması gereken ve zaten ölümle birlikte kaçınılmaz olan gerçek yapısını vurgulamaktadır. Yüce Atatürk’ün “Hizmet edenler, bir namus görevini yerine getirmiş olmaktan başka bir şey yapmamışlardır. Kalp ve vicdanlarında manevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, makamların ve maddi imkânların hiçbir değeri yoktur” sözü, bizce günümüz gerçek Türk aydınının, ödev-görev anlayışının en anlamlı tanımını sergilemektedir.

Onat KUTLAR
Gülüyor adam, mutlu olduğu da söylenebilir,
Daha az gökyüzü istemem der gibi sanki.
Ancak bir emekçi ozan böyle durabilir ayakta
Bunca deney ve bunca sınavdan sonra.

Aziz NESİN
Bilirsiniz sözümde hep durmuşumdur
Sevgilime söz verdim yirmi yıl yaşayacağım
Düşmanlarım sevinmesin yirmi yıl sonra yok diye,
Belli değil yirmi yıla ne zaman başlayacağım.

Yüce Atatürk

“Bir millet ki resim yapmaz. Bir millet ki heykel, tiyatro yapmaz. Bir millet ki fennin icap ettirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin tarihi terakkide yeri yoktur.”

HABER REVİZYON 2014 MART CAN KAPYALI DÜNYADA İNSAN İNSANDA DÜNYA ÇAĞDAŞ VE ÇAĞCIL 1

 

HABER REVİZYON 2014 MART CAN KAPYALI DÜNYADA İNSAN İNSANDA DÜNYA ÇAĞDAŞ VE ÇAĞCIL 2

 

HABER REVİZYON DERGİSİ MART 2014

Bir cevap yazın