Can Kapyalı – Dünyada İnsan İnsanda Dünya

Kısa bir süre önce geride bıraktığımız Ekim ve Kasım ayları tıpkı yaşam gibi: Sevindiriyor, üzüyor. “Ömrünüz olduğu sürece yalnız beyazları göremezsiniz, siyahlar da olacak” diyor. İyi ve kötü günleri birlikte götürmeyi öğrenmemizi öğütlüyor. Sonra koskoca bir yıl yeniden devriliyor. Karşımızda yine Ekim ve Kasım ayları…

Bu aylar yalnız kişilerin değil, ulusun da yaşamını sembolleştiriyor. Türk ulusu olarak Ekim ayı Cumhuriyetin kuruluşu, Kasım ayı ise o Cumhuriyetin kurulmasına imkân sağlayan ve ulusu yüzyıllardır ümmet olmanın karanlığından kurtararak vatandaş olmak yüceliğine taşıyan, Ulu Önder Atatürk’ümüzün aramızdan ayrılış acısını yaşatıyor.

Münir Hayri Egeli’nin anılarını okuyorum. Tanımayanlar için kısaca bilgi vereyim. Münir Hayri Egeli 1904 doğumlu. Kadıköy Muallim Mekteplerinden sonra (1919) Fransa Paris’e giderek Sorbonne Üniversitesi Psikoloji Enstitüsü’nü bitirmiş (1922). Milli Mücadele’de Atatürk kendisinden Paris Türk Haberler Bürosu’nu kurmasını istemiş. Daha sonra Atatürk tarafından Berlin, Neubabelsberg ve Rusya’ya gönderilmiş. Rejisörlük yapacak ve Atatürk’le ilgili dokümanter film çevirecek…

1937 yılında bir öğleden sonra Münir Hayri Egeli ile Atatürk Çankaya’da başbaşa oturmuş konuşuyorlar. Konuşulan Atatürk’ün kaleme aldığı bir senaryo. Bu senaryonun çekimini Münir Hayri Egeli gerçekleştirecek. Hatta ve hatta Atatürk bu filmde rol almayı da kabul etmiş. Zira bu senaryoyla gücüne inandığı Yedinci Sanat’ı, ulusuna bir şeyler anlatmak için kullanmak istiyor. Ancak yıl 1937. Bir yıllık ömrü kalmış. Yaşamın “mühim” unsuru “ehemmiyete” galebe çalıyor.
Günümüz “mühim”sözcüğü kökleri gittikçe güçlenen bir çınarı, anısı canlar pahasına yaşatılan ve halen de canlar pahasına yükseltilmekte olan bir anıtı korumak olarak değerlendirilmeli.

Zira o çınar ve o anıt “mühim”. Korumak ve geliştirmek için alın teriyle eklenecek her tuğla, “ehemmiyetli”.

Çağdaşlaşma sürecinin devamlılığını belirliyor. Türk sineması bu tanımın örnekleriyle dolu. Gelecek ise bu tanımın gelişerek yükselişine gönül vermiş, başta gençlerimiz olmak üzere tüm ulusumuzun güvencesi altında. Bunun adı daha o zamanlarda konmuş: Türk Çağdaşlaşması.

Türkiye’de çağdaşlaşma önce kendi içinde, sonra da dünyanın gözü önünde laik algıya, laik görüşe, laik içeriğe sahip. Dolayısıyla tüm toplumsal yaşam ve toplumu yönlendirmesi gereken, özellikle de sanatsal üretim laik bir niteliği özünde taşıyor.

Laiklik elbette din dışılığını anlatmıyor, Tanrı dışılığını tanımlamıyor. Bireyin Tanrı ile doğrudan ilişkisinden başlamak üzere bireysel, toplumsal, devlet, tüm tutum ve davranışlarda doğaötesi (metafizik) kaynağın değil akılcı, özgür, bilimsel ilke ve kuralların geçerli olması gereğini vurguluyor. Önce devlet çağdaş bir örgüte kavuşturuluyor, insanın haysiyetine yakışır kurallara bağlanıyor. Laiklik bu oluşumun ve dinamiğin değişmez harcı. Kılığından kıyafetinden tutun da yasalarda, yaşamın estetiğini kapsayan tüm evrelerde, bilimsel-evrensel kuralların geçerli olduğunun altı çiziliyor.

Bu topraklarda yaşanarak dünyanın gözü önünde gerçekleşen ve geçmişin aydınlıklara uzanan müthiş mücadelesi, henüz hayatta olanlardan duyulan kadar yakındır bize. Osmanlı bayrağının her dalgalandığı toprağı “vatan” sayan Osmanlı seçkinlerinin getiremediği, Atatürk’ün yarattığı ve günümüzün pek çok olanağından yoksun olan bir halkın inanç, doğruluk ve alın teri ile oluşan erdemli süreç “Evrensel Türk Çağdaşlaşması”, şükran ve minnetle anılmalıdır. Bu görev dünün Münir Hayri Egeli’leri tarafından korunmuş, hatta bir adım da öteye götürülmüştür. Bugün ise, bu hasleti korumak ve yüceltmek, düşündüklerini de düşünebilmiş olmak, bu topraklar içinde yaşayan her fert için bir haysiyet sınavı anlamına gelmektedir.

Evrensel olan ayların yaşanan dilidir. Bu dil yılları oluşturur; yıllar ise dünyada insanın, insanda ise dünya gerçeğinin aksedilmesidir.

Haber Revizyon şubat 2014 can kapyalı 1

HABER REVİZYON DERGİSİ ŞUBAT 2014

Haber Revizyon şubat 2014 can kapyalı 2 

Bir cevap yazın