FEMİNİZM NEDİR?
Feminizmi genel olarak kadın-erkek ayrımcılığına karşı çıkarak, cinsiyetler arasında ekonomik, siyasal ve toplumsal eşitliği savunan görüş olarak tanımlayabiliriz. Kadınların hakları ve ilgi alanlarını konu alan heterojen konseptin belirleyicisi kadındır. Kadın ve erkek arasındaki toplumsal eşitsizliğin süregelmesi, feminizmin amacının kadının toplumdaki yerinin iyileştirilmesinin ve toplumda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasına neden olmuştur. “Feminizm” kavramı altında sayısız hareket özetlenmiştir. Temel amacı kadın özgürlüğü ve kadının toplumdaki yeri konusunda gerçek bir eşitlik durumunun sağlanmasıdır.
Feminizm, sosyoloji, politik akım ve etik alanlarından oluşur, temeli ya da temel endişesi daha çok kadın özgürlüğüne dayanmaktadır. Bazı versiyonları geçmiş ve şimdiki toplumsal ilişkilere karşı eleştireldir. Çoğu toplumsal cinsiyet ve cinselliğe ilişkin toplumsal inşa olduğuna inandıkları unsurları analiz etmeye odaklanmıştır. Yine çoğu feminist cinsiyet eşitsizliği ve kadın hakları, ilgileri ve kadın sorunlarını araştırmaya odaklanmıştır.
Feminist teori toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin doğasını anlamayı amaçlar ve toplumsal cinsiyet politikaları, iktidar ilişkileri ve cinsellik üzerine odaklaşır. Feminist hareket içinde kadın ve erkeğin eşitliğini savunan gruplar olduğu gibi kadının biyolojik ve duygusal olarak erkeğe üstün ve erkeğin “tamamlanmamış kadın” olduğunu savunan daha radikal gruplar da yer almaktadır.
Feminizm, bir teori olduğu gibi aynı zamanda da “hak eşitliği, insanlık şerefi ve kadınlara karar verme özgürlüğü” amaçlarıyla, politik bir harekettir. Feminizm, kadınlara cinsiyet hiyerarşisi baskısının sona ermesi ve toplumsal cinsiyet tutumlarının aynı değerde olması için toplumun değişimini amaçlar.
FEMİNİZMİN KÖKENİ
Modern anlamda bir felsefe ve bir hareket olarak feminizmin kökeni kadının eğitimi hakkını savunan Lady Mary Wortley Montagu ve Marquis de Condorcet gibi özgür düşünürlerin de içinde yer aldığı Aydınlanma dönemine götürülmektedir.
Kadınlar için ilk bilimsel topluluk Hollanda Cumhuriyeti’ nin güneyinde yer alan bir şehir olan Middelburg’de 1785 tarihinde kurulmuştur. İngiliz kadın yazar Mary Wollstonecraft’ın feminist olarak adlandırılabilen A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Müdafaası) (1792) adlı eseri bu konuda ilk çalışmalardan biridir. Feminizm 19.yüzyılda kadınlarda adaletsiz davranıldığına ilişkin inanç arttıkça organize bir hareket haline geldi. Feminist hareketin kökleri ilerlemeci hareket özellikle de 19.yüzyıldaki reform hareketi içinde yer almaktadır. Harekete féminisme adını veren kişi ütopyacı sosyalist Charles Fourier’dir(1837). Fourier, 1808 gibi erken bir tarihte kadın haklarının genişletilmesini tüm toplumsal ilerlemenin genel prensibi olduğunu öne sürmüştür. İlk kadın hakları toplantısı New York, Seneca Falls’da 1848 yılında yapılmıştır. 1869 yılında John Stuart Mill The Subjection of Women (Kadınların Köleleştirilmesi) kitabını yayınlamıştır.
Adı geçen kitabında Mill, “bir cinsin diğer bir cinse hakimiyeti yanlış….ve….insanoğlunun gelişmesinin önündeki en büyük engellerden biridir..” demiştir.
Pek çok ülke 20.yüzyılın ilk yıllarında özellikle de I. Dünya Savaşı ‘nın son yıllarında kadınlara oy hakkını tanımıştır.
FEMİNİZMİN TARİHİ
Feminizm kavramı ilk olarak sosyal filozof Charles Fourier (1772–1837) tarafından ortaya atılmıştır. Fourier sosyal gelişmenin kadınlara verilecek daha fazla özgürlükle mümkün olduğunu savunmaktaydı. Bugün “Yeni Kadın Hareketleri” olarak da adlandırılmaktadır ve temelde kısmen birbiriyle iç içe kısmen de ayrı teorik yapılardan oluşmaktadır.
FEMİNİZMİN İLK YILLARI
Feminizmle ilgili ilk yaklaşımlar 17.yy’da (insan haklarının da desteğiyle) Marie Le Jars de Gourney’ın yazılarında ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra Christine de Pizan, Olympe de Gouges, Mary Wollstonecraft ve Hedwig Dohm’un da eserleri feminizm filozofisinin ilkleri arasında sayılabilir.
Teori olarak feminizm ilk olarak 18.yy’ ın sonları ve 19.yy’ ın başlarına denk gelen zaman aralığında temel haklar kategorisinde dünya sahnesine çıkmıştır. Başlarda temel haklara sahip olanların sadece erkekler olduğu düşünülürdü; çünkü topluma ataerkil gelenekler hâkimdi; ancak 1793 yılında Fransa da Olympe de Gouges bu durumu protesto etti. Gouges İnsan Hakları olarak görünen “Erkek Hakları”nın onyedi maddesinin kadınlara uyarlanmasını önerdi. Bunu da şu ünlü sözüyle dile getirdi: “Eğer kadının idam sehpahasına mahkûm olma hakkı varsa, tribünden izleme hakkına da sahip olmalıdır.” Fransa’da elde edilen bu haklar kadınlar için bir ilktir.
FEMİNİZMİN İLK DALGASI
19.yy’ın son yıllarına doğru birçok Avrupa ülkesinde; Amerika ve Avustralya’da feminizm ve özellikle de kadın hareketlerinin kitlesel ilk dalgası başladı. Bu hareketin başlamasına sebep olan şey sözcülerine göre erkeklerle politik olarak eşit haklara sahip olma isteği, aynı iş için erkeklerle eşit ücret alma isteği ve kadınların da üniversiteye gidip her işte çalışma isteğiydi. Bu akım 19.yy’ın sonlarına kadar birçok ülkeyi etkiledi. Bundan önce üniversitelerde erkeklere oranla daha az kadın eğitim almaktaydı. Kadınlara seçme hakkı, Almanya ve Sovyetler Birliği’nde 1917–1918 yıllarında sosyalist devrimin sonucunda, Amerika ve Büyük Britanya’da aynı zamanlarda savaş döneminde kadınların ülkeye olan katkılarından dolayı ödül olarak verildi. Fransa ve İtalya gibi başka ülkeler ise kadınlara seçme hakkını 2. Dünya Savaşı’nın sonunda vermeye başladılar. Türkiye’de ise 1930 yılından itibaren Türk Kadını seçme ve özellikle seçilme hakkına sahipti.
FEMİNİZMİN İKİNCİ DALGASI
Feminizmin ilk dalgası 20.yy’ın ilk 20 yılına kadar devam etti. Bu süreçte birçok ülkedeki kadınların taleplerinin büyük bir bölümü hali hazırda yerine getiriliyordu. Buna karşılık birçok sebep, kadınların toplumdaki geleneksel yerlerine geri dönmelerine sebep oldu. 1929’daki dünya ekonomik krizinde iş sıkıntısı ortaya çıktı ve işten ilk çıkarılan grup kadınlardı. Alman faşizmi döneminde de kadınların üniversitede eğitim almalarına ve iş hayatlarına sınırlandırılmalar getirildi. İkinci dünya savaşında erkekleri savaşta olması nedeniyle sayısızca kadın, endüstrilerde çalışmaya başladı. Ancak savaş sonrasında tekrar “kadın ve anne olmak” görevlerine geri döndüler.
FEMİNİZM ETKİLERİ
20. yy boyunca feminizm, özellikle de kadın hareketleri; ABD, Kanada; Avustralya, Asya’nın bazı bölümleri, Latin Amerika ve Afrika’da, cinsiyetlerin elde ettikleri hukuki, sosyal ve kültürel hak eşitlikleriyle gelişme göstermiştir. Bütün bu gelişmelere rağmen kadınlarının yaşam kalitesinin 1970’li yıllardan beri ABD ve Avrupa Birliği’nde erkeklere oranla azalma gösterdiği kaydedilmiştir.
Dünyanın diğer bölgelerinde, kadının yeri son yüzyılda kayda değer bir gelişme göstermemiştir. Buralarda da her iki cinsiyete mensup kişiler de seçme hakkını kullanabilmektedir. Kadınların erkeklere oranla politik yönleri daha güçlüdür; ancak kadınlar, Asya’nın bazı bölgelerinde, birçok Arap ve Afrika ülkelerinde erkeklerin gölgesinde kalmaktadır. Bazı ülkelerde bir erkeğin birden fazla kadınla evlenebilmesi bile yasaldır. Genellikle, kadınların yaptıkları işler daha az göz önünde ve daha az kazandıran işler. Bazı Müslüman ülkelerde mahkeme önünde, kadının erkeğe oranla daha az söz söyleme gücü vardır. Yine bazı Müslüman ülkelerde kadınların kıyafet konusunda sıkı yasaklar koymuşlardır ve bunlara uyulmaması durumunda ölüm cezası uygulamaktadırlar.
SİVİL HAKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Feminizmin batı toplumlarında kadınlara oy hakkı, daha eşit ücret, “hata aranmayan” boşanma hakkı, çocukları babalarından uzak tutma hakkı, güvenli kürtaj elde etme hakkı, kadınların kendilerini tecavüzle suçladıkları erkeklerden uzak tutma hakkı, Amerika’da herhangi bir üniversiteye kabul edilme hakkı gibi hakların yürürlüğü koyulmasında büyük etkisi olmuştur.
DİN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Feminizmin dinin çeşitli yönleri üzerinde büyük etkisi olmuştur. Protestanlığın liberal kollarında kadınlar günümüzde din adamı olabilmektedir ve reform içindeki muhafazakar ve yeniden yapılanmacı Yahudilikte kadın, rabbi ve cantor olabilmektedir. Bu Hristiyan ve Yahudi gruplarında kadın gittikçe daha fazla iktidar sahibi olup erkekle eşit duruma gelmekte, bakış açıları inanca ait yeni ifadelerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. İslam ülkelerinde de çoğu kadın alim her iki cins tarafından kendilerine yöneltilen İslamiyetle ilişkili soruları Arap televizyonlarında yanıtlamaktadırlar. İçinde bulunduğumuz günlerde İslam ülkelerinde kadınların imamlık sorunu tartışılmakta, müftü yardımcısı olabilmektedir.
Feminizm aynı zamanda yeni dini formların doğuşunda da önemli bir role sahiptir. Neopagan dinler özellikle Tanrıça ruhsallığının önemini vurgulamaya meyil göstermekte ve kadına ve kutsal dişiye yönelik geleneksel dinlerin düşmanca tutumlarını sorgulamaktadırlar. Dianik Cadılık kaynağı radikal feminizmde olan bir dindir.
FEMİNİST FELSEFE
Feminist felsefe, 20. yy. felsefesi ve günümüz felsefesinde ağırlıklı olarak kadınlar tarafından temsil edilen yaklaşımları; tarihte ve günümüzde cinsiyetler arasındaki doğal ve sosyokültürel farklılıkları ve bunların felsefe, sanat, bilim alanındaki etkileri ile erkek egemen dünyada kadınların durumunu tanımlamaktadır. Bununla temel olarak “kadınlık” ve “erkeklik” arasındaki tarih-felsefi düzenin araştırması yapılmaktadır.
TÜRKİYE’DE FEMİNİZM
Feminist kadınlar 12 Eylül sonrasındaki sessizliği bozan ilk hareket oldu. 80 öncesinde İKD (İlerici Kadınlar Derneği) kadın hakları için çalışan bir organizasyondu ancak, temel aldıkları ideoloji sosyalizmdi.
Yine de İKD sadece kadınların katıldığı bir dernekti ve kadın kadına mücadele açısından Türkiye’deki ilk deneyimdi. Zaten önceden İKD’li olan birçok kadın, 80 sonrasında feminist hareket içinde yer aldı.
Ancak ilk feminist örgütlenme 1984 yılında kurulan Kadın Çevresi adında feminist bir yayıneviydi. Ancak bu, bir yayınevi olarak kalmadı.
Aynı zamanda feministlerin ve feminizm üzerine düşünmeye başlayan kadınların birbirini bulduğu bir örgütlenme haline geldi ve aktif feminist siyaset burada üretilmeye, hareketler burada örgütlenmeye başlandı.
Daha sonra Kadın Çevresi’nde tanışan kadınların ilk çıkardıkları yayın Feminist oldu. Boyutları, kullanılan renkler, iç tasarımı ama daha önemlisi içeriği daha önce yayınlanmış hiçbir dergiye benzemiyordu.
17 Mayıs ta gerçekleşen ilk eylemden sonra yürütülen bir kampanyayla “Mor Çatı” kuruldu. Hemen ardından gelen cinsel tacize ya da sarkıntılığa karşı kampanya ve “İffetli Kadın Olmak İstemiyoruz!” kampanyası sayesinde radikal eylemler başladı.
Cinsel tacize karşı yürütülen kampanyanın sembol mor iğneydi. Mor kurdeleler bağlanmış büyük iğneler, tacize karşı kadınların kendilerini taciz eden erkeklere batırması için vapurlarda ve kamuya açık mekânlarda feministler tarafından dağıtıldı. İğne, ilginç bir semboldü çünkü cinsel tacize karşı silah sayılabilecek bir şeyin kullanılmasının meşru müdafaa olduğunu anlatıyordu. Yakaya takılan iğneler, beraberinde meyhane ve kahvehane baskınlarını getirdi.
Bir grup feministin, sadece erkeklere mahsus alanlara baskın yapıp oradaki erkeklerle konuşması, basında büyük tepki uyandırdı. Ancak bu gün bile, şehirli kadınların birçok içkili mekânda eğlenebildiğini düşünürsek, 89 yılında yapılan bu kampanyanın etkilerinin ne kadar büyük olduğunu anlarız.
Ayrıca kampanya genel olarak, bir kadın nasıl giyinirse veya davranırsa davransın, cinsel tacizin hiçbir özrü olmayacağını ve tecavüzden farkı olmadığını anlatıyordu. TCK’nın 438. Maddesi bu kampanyalarda büyük bir hedefti. Bu maddeye göre, seks işçisi kadınlar tecavüze uğrayınca üçte iki ceza indirimi uygulanıyordu. Sebep olarak, zaten “iffetsiz” olan kadınların tecavüzü hak ettiği ve “iffetli” kadınlara göre çok daha az hasar aldığı öne sürülüyordu.
Hemen ardından çok tartışmalı boşanma kampanyası başladı. Feministler ataerkil aile yapısını protesto etmek için, yani politik nedenlerle boşandılar.
70 sonrası diğer kadınlar feminizm ile ilgili bir şeyler biliyorlardı fakat ne olduğunu tam olarak bilmiyorlardı.
Feminizm, lezbiyen/erkek düşmanı gibi özelliklere sahip kadınların politika aracı olarak görülüyordu. Daha önceki dönemlerdeki mücadelelerle bazı haklar kazanılmış ancak feminizm güç kaybetmişti.
Bu dönemde farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. Bir kısım feministler Wolstonecraft’ın “Kadın ve erkek arasında cinsel arzulama dışında hiçbir fark kalmayıncaya kadar mücadele” sözünü slogan olarak benimsemişlerdi.
Kürt kadınlar için bu hareket, yaşadıklarıyla gün yüzüne çıkmaya başladı. Birçok Kürt kadın dağa çıktı. Bu hem aileden hem de yaşanan zorluklardan kaçış mücadelesiydi. Başörtüsü yasağı ile başlayan protestolarla Müslüman kadınlar da kendi hakları için mücadele etmeye başladılar.
Bu protestolar feminist kadınlarla Müslüman kadınların ilk teması sayılabilir. Müslüman kadınların bir kısmı feminizmi kabul etse de bazıları sadece ortak taleplerde mücadeleyi benimsedi.
“İmanlı feminist” olduğunu söyleyen Gonca Kuriş bu mücadelenin içinde yer alan söz sahibi bir kişiydi. Fakat muhafazakâr çevreler tarafından hoşgörü ile karşılanmıyordu. İBDA-C tarafından öldürüldü ve öldürenler feministler tarafından protesto edildi.
Sürekli okuyan, araştırmacı olan 5 çocuk annesi Kuriş, kayınpederi 75 yaşındaki Abdullah’ın ısrarlarıyla örtündü. Din ve tarikatlarla çok yakından ilgilendi. 1987 yılından 1998’e kadar İslam dinini derinlemesine araştırdı.
Kuriş, araştırmasını yaparken dindeki fraksiyonlara da girdi. Hizbullah örgütü ve Nakşibendî tarikatına katıldı. 1996 yılında davetli olduğu Dünya Müslüman Kadınlar Günü nedeniyle İran’a gitti, burada Hizbullah’ın toplantısına katıldı.
Bir süre sonra insan ile Allah arasına hiçbir şeyin giremeyeceğini savunarak Hizbullah’tan ayrıldı. Bu da onun sonunu hazırladı.
Kadın haklarının savunuculuğu da yapan Kuriş, Mersin’de Bağımsız Kadın Derneği ve Kadın Sığınmaevi faaliyetlerine katıldı. Spastik özürlüler için araç alma girişiminde bulundu.
Bir hayat kadınını intihardan kurtardı. Kuriş, özgür düşünceleri ve radikal çıkışlarıyla yurt içinde ve yurtdışında kısa sürede adını duyurdu.
16 Temmuz 1998 tarihinde eşi ile birlikte evlerine dönerken silahlı 3 kişi tarafından, eşi etkisiz hale getirilerek, kaçırılmıştı. Hizbullah tarafından öldürüldü ve cenazesi Konya’da bulundu.