Haber Revizyon olarak, bugüne kadar pek çok başarılı işe imzasını atmış araştırmacı, yazar ve gazeteci Hasan TAŞKIN’ı ziyaret ettik; yeni kitabı UYAN ve ülke gündemine dair sorularımızı yönelttik.
Haber Revizyon: Son kitabınız “Uyan”dan biraz bahsedebilir misiniz?
Hasan TAŞKIN: “Uyan” isimli kitabı bir iki kelimeyle özetlersek, insana sunulan ömrün yine insan tarafından nasıl kullanması gerektiğini, ömür süresinin sonunda pişmanlıkların yaşanmaması için gerçeği bulma yolunda insanın neler yapması gerektiğini anlatan bir kitaptır. Çünkü insan, hayatını doğrularla geçirirse ömrünü verimli tamamlamış olur. Böylece de hayat sınavını başarıyla tamamlayan bir geçmiş bırakarak, yeni bir geleceğe adım atmış olur. İnsan, sadece bedenden ibaret değildir, beden ötesi ruh ile yaşar ve bedeni de canlı tutan ruhtur.
İnsan önce kendinin farkında olmalıdır. Ne olduğu, nereden geldiği ve nereye gittiği… Ayrıca bu yolculukta kendisine verilen sorumlulukları sorgulamalıdır. Dünyada oluşunun amacını sorgulamalıdır. Gerçeği aramalı ve gerçeği hayatının, yaşamının, ömrünün süresine oturtmalıdır. Bunları yapan insan, kendisine verilen üstün yetenekleri, kendi lehine kullanmış olur. İşte bu kitap, insanın yolculuğunda kendi menfaatleri doğrultusunda sadece tek olan doğruyu bulma noktasında yol gösteriyor.
Yaratıcıyı tanımasını, yaratıcının insanın faydasına sunduğu güzellikleri öğrenip hayatına nasıl tatbik etmesi gerektiğini anlatıyor.
Haber Revizyon: Bu kitabın içeriğindeki konulara odaklanmanıza neler sebep oldu?
Hasan TAŞKIN: Her insan bazen kendini sorgular. Yaptığı işleri sorgular. Yaşamı sorgular. Araştırmacı bir gazeteci olarak ben de bunları sorguladığımda, dünyada var olan her şeyin insan için olduğunu, ancak insanın kendi değerini kendine vermediğini gördüm. Üşengeçlikler, tembellikler, bananecilikler, bencillikler ve canımızın istediği her şeyi yapmak adına her şey mubah anlayışının doğru olmadığını gördüm. Çünkü insan, insanla birlikte mutlu oldukça gerçekten mutlu olur. Mutsuz bir toplumda mutluluk olmaz. Sevdiğin insanın mutsuzluğu seni mutsuz ediyorsa, onun mutluluğu için çaba gösterebiliyorsan ve onu mutlu edebiliyorsan daha çok mutlusun. İnsanı sevmek ve insanın mutluluğu için çabalamaktadır işin sırrı.
Ancak şöyle bir soru akla geliyor; “Neden ben kendim için değil de insanların mutluluğu için uğraşayım?” Bu sorunun cevabı basittir. Her şeyin sahibi var ve insanın sahibi de Allah’tır. İnsanların mutluluğu için çaba göstermek, sahibinin rızası için olursa, her şeyi olduran bunun karşılığı mükafatı mutlaka verecektir. İnsan yaptığı iyiliğin karşılığı insandan değil, sahibinden beklemeli.
İşte tüm insanların huzuru için çabalayan, seven insan, esasen en başta kendi huzurunu yakalamış olur. Bu düşünceler beni bu kitabı yazmaya sevk etti.
İnsan üzerinde hesaplar ve insan üzerinde elde edilen menfaatler insanları sorunlara, sıkıntılara ve bunalımlara sürüklemektedir. İnsanın bağımlılıkları, Allah dışındaki taptıkları insanı uçuruma doğru sürüklemektedir. İnsanın huzuru yine insanın kendi elindedir. Okumalı ve doğruyu bulmalı ve doğruları hayatına tatbik ederek ömrünü verimli geçirmeli ve ona verilen sorumluluk gereği amaçlanan hedefe varmalıdır.
İnsanları kendimi sevdiğim kadar sahibinin rızası için sevdiğimi gördüm ve bunun için kitap içeriğindeki konuları araştırıp insana anlatmaya çalışarak, sahibinin rızası için faydalı olmak istedim.
Haber Revizyon: Kitabınız aracılığıyla okurlara vermek istediğiniz mesaj nedir?
Hasan TAŞKIN: Doğru Bir’dir… Çünkü Allah Bir’dir… İnsan da Allah tarafından en üstün varlık olarak yaratılmış ve dünyaya belirli bir süreliğine gönderilmiştir. Dünyada ise insanın dışında yaratılan tüm canlı cansız varlıklar insan aklının emrine verilmiştir. Çünkü akılsız insan balığı bile keşfedemez, avlayamaz ve yiyemez. Öyleyse, insan önce kendini keşfetmeli. Kendini keşfetmesi için Allah’ı tanımalı. Çünkü Allah, insana okumayı öğretti. Kitap indirdi. Peygamberler gönderdi.
İnsanın uyanışı için Allah insanı hem akılla donattı, hem de aklını kullanması için kitapla beraber yol gösterici elçilerini insanın içinden seçerek, insanın hizmetine rahmet olarak sundu. Ancak yine de birçok insan, tembellik göstererek, araştırmadan, okumadan sadece duydukları ve gördüklerini doğru olarak algıladı ve kendi doğrusunu kişisel menfaatleri doğrultusunda yaşam biçimi olarak tatbik etti. O insanların çocukları ve torunları da dedelerinden gördüklerini ve duyduklarını inanç haline getirdiler. İnsan gördüğünü ya da duyduğunu bilinçaltına koyar ve bunu kendi inancı haline getirirse yanılır. Ateistik yaşam biçimidir bu… Uyan kitabımda ateistik düşünceyi sorguluyorum. İnsanın film, dizi veya kitaplarla bilinçaltına girilerek yönlendirildiğini, insanın gördükleri ve duyduklarını doğru kabul etmesi ile değil, tek doğruyu bulması için aklını kullanması gerektiğinin mesajını veriyorum.
İlk emir olan “Oku” emrinin neyi okumamızı emrettiğini anlatıyorum. Uyan’da, yine zaman denilen kavramın esasen her insan için farklı olduğunu, herkesin kendi zaman dilimini yaşadığını, kimisinin uzun, kimisinin çok kısa bir ömrü olduğunu, bu nedenle zamanın önemini ve nasıl faydalı kullanılması gerektiğini anlatıyorum. Sonunda “Eyvah” demenin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini ve insanın kendi kurtuluşu için uyanmasını istiyorum. İnsanın insanı nasıl tanıması gerektiğini, insanın içindeki nefis ve hırsın insanı nereye sürüklemeye çalıştığı, insanın kendini nasıl kontrol etmesi gerektiği, nasıl korunması gerektiğini anlatıyorum.
Haber Revizyon: Bir röportajınızda “Hep doğruları haber olarak yazdığıma inandım ve bu doğrultuda insanıma hizmet etmeye çalıştım. Ancak bazen yaptığım haberleri sorguladığımda, bazı doğru sandıklarımın esasen doğru olmadığını, bazen belge dediğim şeyin de yönlendirilmem için bana verilenler olduğunu gördüm. Tüm bunları görünce de “Doğru nedir?” sorusunu kendime sordum ve esasen doğrunun “Tek” olduğunu gördüm.” şeklinde bir açıklamanız var.
Sizin ulaştığınız ve doğru dediğiniz bilginin aslında doğru olmadığını, doğru olarak görülmesi / bulunması için önceden hazırlanmış bir düzen olduğunu anladığınızı ifade etmişsiniz. Buna bir örnek verebilir misiniz?
Hasan TAŞKIN: Gazetecilik mesleğinde bunlar çok yaşanan şeylerdir.
Türkiye bir dönem Fadime Şahin meselesini tartıştı. Genç bir kızın türbanlı oluşu ve dini temsilci olarak gösterilen kişi ile yatak odasında basılması olayının kurgu olduğu bugün ortaya çıkmıştır. O dönemde Anadolu Ajansı’nda aktif gazeteciydim. Bu olayları takip ettim ve Polis’in verdiği bilgi ve belgelerle her haberci gibi ben de haber yaptım. Ancak, yapılan bu haberlerin tamamen halkın beynini karıştırmak ve halkı istedikleri yöne çekmek ve halkın görüşlerini değiştirmek adına yapılan bir psikolojik hareket olduğu ortaya çıktı. İnsan bu; denenle duyduklarıyla ve gördükleriyle değil, gerçekle meşgul olmalı. Gerçeği araştırmalı. Gerçeğin nasıl bulunacağı noktasında da Kur’an bir rehberdir. Gerçek dini alimleri toplumda itibarsız hale getirmeye çalışmak, toplumun huzurunu dinamitlemektir. Toplumun huzurunu dinamitleyenler de esasen farkında olmadan başkasının değirmenine su taşıyanlardır. Dolayısıyla kendi geleceklerini de yok etmeye çalışanlardır.
Haber Revizyon: Daha önceki kitaplarınızı da göz önünde bulundurarak şunu sormak isteriz: Araştırmacı ve gazeteci olarak Türkiye’nin son 10 yılını hükümet ve muhalefet açılarından bakıldığında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hasan TAŞKIN: Türkiye’nin son 10 yılını değerlendirmek için, 10 yıl öncesine gitmek gerekiyor. Türkiye’de 10 yıl öncesinde nasıl bir parlamento yapısı ve nasıl bir iktidar vardı? Ekonomik krizle boğuşan ve koalisyon hükümetleriyle yönetilmeye çalışılan bir ülke. Hükümetin ve Cumhurbaşkanlığı’nın dahil askerin ağzına bakarak hareket eden bir siyasi yapı.
Anayasa kitapçığının Cumhurbaşkanı tarafından başbakana fırlatılmasının basının önünde kamuoyuna Başbakan tarafından acınacak ses tonuyla ilan edilmesi ve akabinde ekonominin dibe vurması. Ekonomik krizle bunalan vatandaşın yazar kasayı Başbakana fırlatması. Türkiye’nin 10 yıl öncesinin sorunlarının detaylarını burada anlatmak anlamsız.
Ama hafızaları canlandırmak adına, ülkenin başbakanının sağlık sorunlarını saatlerce haber merkezlerinde izlendiği ve ülke ekonomisinin de buna göre şekillenmeye çalışıldığı bir dönemdi. Hükümetin, Parlamentoda ekonomiyi idare edecek bakan bulamayıp, yurt dışından Kemal Derviş’in apar topar getirerek bakanlık koltuğuna oturtulduğu dönemlerdi.
Türk milleti o dönemin tüm siyasi partilerine dur dedi. Hepsinin yerine de tek başına iktidar olabilecek kadar yetki verdiği Ak Parti’yi iktidara taşıdı. Yetmedi, ana muhalefet yetkisini CHP’ye verirken, milliyetçiliğin temsilciliğini MHP’ye ve Güneydoğu bölgesinin sorunlarının temsilini de bugünün BDP’sine verdi. Dahası tek başına yetki verdiği Ak Parti’nin önüne engel çıkarıldıkça, millet referandumda, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçime gidilmesinde ve yerel seçimlerde Ak Parti’ye tam destek oldu. Devletin içinde oluşan derin yapı bu destekle ortaya çıkarıldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan milletten aldığı desteğin bilinciyle, derin yapılarla mücadelede siyasi gücünü ortaya koydu. Bu da milletin daha çok güvenini kazanmasına vesile oldu. Çünkü, tarih boyunca iktidar partileri iktidarda durdukça yıprandıkları görülür. Ancak, Ak Parti 10 yıldır hep oyunu artırarak tek başına iktidarlığını sürdürmüştür. Bu da milletin 10 yıldır iktidardan memnun olduğunun açık göstergesidir. İktidara olan bu güven, Türkiye’de dokunulamaz denilen güçlere hukuk adına dokunulması ve yargı önüne getirilmesi önemli etkendir. Muhalefet partilerine gelince… Türkiye’de muhalif olmak iktidarda olanlara karşı saldırmak olarak algılanmaktadır. Bu algı ile hareket eden ana muhalefet partisi CHP bu çizgisini Deniz Baykal döneminde sert üslupla sürdürdü.
Ne olduysa CHP’de kaset olayları bir genel başkanın genel başkanlık koltuğundan indirilmesine sebep oldu. Bu sebebin ne olduğu hala meçhul ve bu sebebi CHP’nin kendisi bile araştırmıyor. Gündeme dahi getirmiyor. Bu olay bile başlı başına milletin gözünde CHP’nin itibarsızlaşmasına neden oluyor. Peşinden apar topar Kemal Kılıçdaroğlu rüzgarı esintisi ile genel başkanlık koltuğu değişti. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si, değişim ve yeni CHP söylemleri, çarşaflı üye alınması gibi yenilik yapmak istedi. Millet tüm bunları yapmacık olarak algıladı. Bu algı ile CHP prim kaybetmeye başlayınca, Kılıçdaroğlu da Baykal’ın çizgisine gelerek, sert üslup muhalefetine geri döndü.
CHP için ‘Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a saldırmak prim kazandırmaktır’ mantığı oluştu. Millet bunu böyle algılamaya başladı. Bir taraftan tek başına iktidarda olan hükümet, tek başına iktidar gücüyle milletin huzur ve refahı için önemli adımlar atıyor. Ülkenin Başbakanı, Cumhurbaşkanı, Bakanları dünyayı Türk işadamlarıyla geziyor ve dünyanın her yeri ile anlaşmalar imzalanıyor. Diğer yandan peş peşe Türkiye insanına vizeler kaldırılıyor. Sağlık ve eğitim alanlarında önemli projeler bir bir devreye sokuluyor. Ulaştırma, Denizcilik ve İletişimde Türkiye dünyayla yarışıyor.
Diğer yandan, ana muhalefet Başbakana saldırıdan prim kazanmaya ve neredeyse halkın desteklediği tüm önemli kanunları Anayasa Mahkemesi’ne taşıyor. Parlamento’da yemin krizi doğuruyor. Diğer muhalefet partisi MHP ise, son genel seçimlerde yine kaset skandallarıyla çalkalandı ve bu çalkantı da halkın hafızasında yerini aldı. CHP’ye nazaran daha ılımlı siyaset izleyen Genel Başkan Bahçeli liderliğindeki MHP, değişen ve dönüşen yeni düzende yenilik üretemeyen bir siyasi hareket olarak algılanmaktadır. Milletin düşüncesi sadece parlamento da bulunmalı şeklindedir. BDP ise siyasi düşüncesi ve tüm devlete ve millete karşı duruşu ile terör örgütünün siyasi yapısı olarak ortada duruyor. Milletin BDP ile ilgili algısı da şiddet yanlısı ve şiddet yanlılarının seçim kampanyalarıyla parlamentoya taşıdıkları için o güçlere mahkum oldukları şeklindedir.
Türkiye’nin dış politikası da çok eleştiriliyor. Ancak bana göre, Türkiye tarihsel gerçeklerle hareket ediyor ve dik duruşunu sergiliyor. Ülke çıkarları söz konusu olunca sözünü esirgemiyor. 10 yıl öncesini yine hatırlarsak dışarıya karşı ezik ve muhtaç bir yapımız vardı.
Bugün Türkiye’yi dünya konuşuyor ve Türkiye’nin görüşleri dünya için önem arz ediyor.
Haber Revizyon: Bu konuda gelecek 10 yıl için öngörüleriniz neler? Türkiye nereye gidiyor sizce?
Hasan TAŞKIN: Geleceği iyi görmek ve iyi tahlil etmek için geçmişe bakmak ve geçmişi iyi anlamak gerekiyor. Bugün dünya ekonomik sorunlarla yaşarken Türkiye her geçen gün daha iyiye doğru ilerliyor. Bu iyiye gidişte istikrarlı bir iktidarın oluşunun büyük payı vardır.
Gelecek 10 yıla yeni Anayasa damgasını vuracaktır. Parlamento’da yazılan Anayasa’nın hangi haliyle kabul edileceği çok önemlidir. Başkanlık sistemi mi? Yarı Başkanlık mı? Ya da başka bir formül mü? Tüm bunların kararını tabii ki iktidar partisinin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi verecektir. Verilen kararın Parlamento’da ya da millet tarafından onaylanması sonrası Türkiye’nin geleceği şekillenmiş olacaktır. Yeni anayasa sivil anayasa olacağından, sorunlu ülke olmaktan memleketi çıkaracak, bunun yerine ileriye güvenle bakan bir geleceği olan ülke haline gelecektir.
Ben bunlardan çok umutluyum. Çünkü akan selin önünde kimse duramaz. Yeni Anayasayı millet arzuluyor ve bu nedenle de Parlamento’da tüm partilerin bu işi savsaklamadan çıkarmalarını arzu ediyor. Eğer parlamento aldığı sürelere rağmen bunu başaramazsa, bu beklenti iktidar partisine yönelecek. Başbakan Erdoğan da milletin beklentilerini hep dikkate aldığından, yeni ve sivil anayasayı milletin önüne getirecektir diye düşünüyorum.
Haber Revizyon: Terörle mücadele konusunda hükümetin ve muhalefetin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? İmralı süreci nasıl sonuçlanır?
Hasan TAŞKIN: Türkiye 30 yıldan fazla süredir terörle mücadele ediyor. Terör demek kan, acı ve hüzün demektir. Terörü yaratan güçler, Türkiye’nin ilerlemesini istemeyen güçlerdir. Bu güç ile mücadele etmek genelde zordur. Çünkü onlar görünmez ve perdenin önüne teröristler itilir. İnsanın ölümü kimseye yarar getirmez. Kandırılmış insanların ölmesi ise iki türlü acıdır. Türkiye bu sürede adeta her karış toprağına bir şehit bayrağı dikmiştir. Bu daha ne kadar sürecek? Topyekun silahla mücadele ile bu işin sonu gelmiyorsa, bu işin bir şekilde çözümü aranmalı ve bulunmalıdır. Bunu kim yapacak? Elbette ki siyasi iktidar yapacaktır. Nasıl yapacak? Devletin tüm imkanlarını kullanarak yapacaktır.
Terör örgütünün lideri cezaevinde hükümlü ise onun da bu sürece dahil etmekle bu işi çözme düşüncesi doğru olabilir. Bu doğruluk sonucun alınıp alınamayacağına bağlıdır. Devlet bu noktada tuzağa düşmemeli, tüm tedbirlerini almalı ve akan kanın durdurulması için her girişimi çok dikkatli bir şekilde yürütmelidir. Terörün bitmesi için, terör örgütü devleti masaya çeker ve başka amaçlar peşine girerse, bu da terörün başka amacına hizmet edilmiş olur. Tüm bunları, görüşmeleri yürütenler çok daha net görebilirler. Bizim görüşmeleri haberlerden takip edip detayı konusunda çok da ileriye dönük yorum yapmamız doğru olmaz. Süreci izleyip göreceğiz. Ancak, akan kanın durmasına kim katkı sağlıyorsa o kişi tarihe geçecektir. Bu Halk da onları unutmayacaktır.
Haber Revizyon: Tutuklu gazeteciler ve Türkiye’deki basın özgürlüğü hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Hasan TAŞKIN: Gazetecinin tutuklanması diye bir şeyi hafızam almaz. Basın milletin sesidir. Milletin sesi olmak için kalem oynatanlar da kendi hırs ve çıkarları için değil millet için yazar ve konuşurlar. Tarih boyunca, millet adına yazan ve çizenler cezalandırılmış, ancak yine de milletin gözünde kahraman olmuşlardır. Gazeteciyi tutuklarsınız ancak, düşüncesini tutuklayamazsınız. Gazetecilerin tutuklanması ile ilgili hükümet kanadının açıklamasına da bakmak gerekir. Bu tutuklamaların gazetecilik mesleği ile alakalı olmadığını söylüyorlar. Diğer yandan 4. Yargı paketi ile şiddete bulaşmayan tüm düşüncelere özgürlük getirilmektedir. Demek ki buradaki eksiklik de görülmüş diye algılıyorum. Ancak, gazeteci kimliği ile kanun ve hukuka aykırı eylem yapan da cezalandırılmalıdır diye düşünüyorum. Basın hakaret, şiddet ve aşağılama olmaması kaydıyla özgür olmalıdır. Bir de tabii gazeteci yazdığı haberin doğruluğunu iyi araştırmalı ve emin olduktan sonra yazmalıdır. Yalan yazılan haberler eğer kişileri mağdur ediyor ya da bazı yaralar açıyorsa, bunun da bir yaptırımın olması gerekmektedir. Bu yaptırım hürriyeti mahrum etmek yerine, maddi olarak olmalıdır diye düşünüyorum. Zaten bunlar ilgili kanunlarla belirlenmiştir.
Haber Revizyon: Sorularımızı cevapladığınız için teşekkür ederiz.
Hasan TAŞKIN: Ben teşekkür ederim.
HABER REVİZYON DERGİSİ MART 2013