Dünya üzerinde birçok canlı içgüdüsel olarak belirli zamanlarda bir yerlerden bir yerlere gidiyorlar. Antropologlar da bunların yol haritalarını çıkararak sebeplerini araştırıyor ve neden yaptıklarına mantıksal cevaplar arıyorlar. Buna göç deniyor kısaca… Günümüzde moda kelime “beyin göçü” de buradan geliyor; yetişmiş, en verimli üretken çağında, kendini yetiştiren topraklardan koparak başka ülkelere gidip oralarda hizmet vermek; hani bir söz vardır ‘doğduğu yer mi doyduğu yer mi?’ onun gibi bir şey… Bu beyin göçü denen hareketin birçok sebepleri olabilir…
Sanırım en başta savaş ve ölüm korkusu gibi sıkıntılı bir dönem ve bunun yarattığı olumsuz ortam olabilir, haksızlığa uğradığını düşünüp başka bir yerde yeni heyecan arayışı olabilir, kendi yetenekleri ile doğru orantılı imkanların olabileceği bir yere yerleşme arzusu olabilir, daha çok para kazanma isteği olabilir, bulunduğu ülkenin vergi sistemi olabilir, aşk olabilir… Sonuç olarak bunu yapan insanoğlu, çok fazla mantık aramaya gerek yok… Bu içgüdüsel bir göç değil, kendi istek ve arzusu ile gerçekleşiyor.
Milattan önceki yıllarda da var olan bu beyin göçü trafiğinin birinci dünya savaşındaki en önemli duraklarından birisi bizim güzel ülkemiz…
Burada göç bizden değil, bize olmuş… 1933 yıllarında Almanya’daki Hitler döneminin oluşturduğu korku ve imkansızlıktan kaçmaya çalışan onlarca bilim adamına kapılarını açarak davet eden bizdik, yani önderimiz Mustafa Kemal Atatürk… Konularında en önemli bilgilerin altına imza atan bu değerli bilim adamlarının eserlerinin izleri bugün dahi bizim en büyük üniversitelerimizde vardır ve hala onların öğretilerinden faydalanmaktayız… Saymakla bitmeyecek bu çok değerli adamlarından Erich Frank, Curt Kossing, Andreas Schwars, Karl Strupp, Rudolf Nissen, Edward Zuckmayer, Carl Ebert, Bruno Taut, Fritz Neumark ilk akla gelenler olabilir… Savaşın bittiğine maalesef silah satıcılarından sonra bu değerli bilim adamlarının ülkemizdeki talebeleri üzülmüştü. Çünkü savaş sonrası tekrar ülkelerine döndüler… Bugün hala kendi konularındaki en önemli şahsiyetler bu göçün nimetlerinden yararlanan, değerli sanatçı ve bilim adamlarımızdı… Bu da beyin göçünün bir tarafa olan faydası… Ama buradaki en önemli noktanın bu bilim adamlarının ülkemize gelmesini sağlayan önderimiz Atatürk olduğunu unutmayalım.
Yakın geçmiş tarihimizde gerçekleşen bu beyin göçü dediğimiz oluşumun en ilginç örneklerinden biri de rahmetli Turgut Özal döneminde gerçekleşmişti.
Özellikle oğlu Ahmet Özal’ın ABD’de okurken tanıştığı, Anadolu’nun bağrından kopup yaban ellerde okuyup yüksek lisans mezunu arkadaşlarını Türkiye’ye davet edip özellikle finans ağırlıklı kurumların başına getirmesi ile başlayan döneme “Özal’ın Prensleri” dönemi dendi. Bu prenslere örnek en çok tanınan Engin Civan, Bülent Şemiler başta olmak üzere birçok önemli isim sayılabilir.
Cem Uzan’ın da televizyon kanalı kurması ile ismini ilk duyurduğu bu dönemin prenslerinden birçoğunun aldığı kararların, yaptıkları uygulamaların, verdikleri kredilerin ileriki yıllarda oluşacak ekonomik krizin zeminini hazırladığı söylenir… Bu prenslerin bir kısmı muhtelif kulvarlarda bugün ülkemize hizmet vermeye devam ederken bir kısmı da yabancı ülkelerde o günlerde kazandıklarını yemekle meşgul… Bu trafiğe de beyin göçü dersek yanlış sayılmaz herhalde…
Eğri oturup doğru konuşalım: bugün Afganistan’da, İran’da, Irak’ta yetişmiş dahi bir çocuk eğer gelişmiş bir ülkeye gidip yaşamak ve oradaki imkanlardan yararlanmak isterse bu yanlış mı sayılmalı? Buna keyfi beyin göçü mü demeli? Ya da orta ölçekli bir ilimizden İstanbul’daki bir okulu kazanmış bir çocuğumuz dönüp kendi ilinde çalışmak isterse, oradaki iş adamları bu çocuğumuza kendi doğduğu ilde İstanbul’daki aynı şartlarla iş verebilecek mi? O zaman bırakalım ülkeleri, kendi illerimiz arasında bile kendi değerlerimize sahip çıkamıyorsak, ona hakkı olan işi veremiyorsak, çocuk ne diye doğduğu yerde kalsın ki? Boş verin okumuşunu İbrahim Tatlıses gidip Şanlıurfa’da yaşasa ve sahneye çıksa ya…
Günümüzde bence artık beyin göçü kalmamıştır…
Ülkemizde de oynanan satranç oyunu ile orantılı herkesin elinde bir taş; boşalan kutuları doldurmaya çalışıyor… Oyun gereği önceden yurt dışına gitmiş, kendini teknik olarak yetiştirmiş gençler hızlı bir biçimde ülkelerine dönüp farklı sektörlerde görevlere gelirken, onların yerini aldıkları ve mevcut şartlardan mutlu olmayanlar ise ya yurt dışına gitmekte ya da sektör değiştirmektedir. Yani karşılıklı bir beyin trafiği var, haklı olarak herkes ortağını kendi yakınından seçmeye çalışıyor. Bugün değişen oyun kuralları aslında oyunu çok daha cazip ve heyecanlı bir hale getirmiştir. Kazananın yine belli olmadığı oyun daha uzun yıllar sürecek gibi… Giden de aynı gelen de aynı. Giden kadar gelen var… Asıl amaç para kazanmak para birimi Euro, parite belli… Şimdi biz buna nasıl beyin göçü diyelim ki? Bu, olsa olsa taraftar göçü olur. Burada dikkat edilecek konu, tüm taraftarlar aynı tribüne yüklenince tribünün çökme tehlikesi ihtimalidir…
HABER REVİZYON DERGİSİ ARALIK 2012