Her canlı doğar, büyür ve ölür…
Hayatta bilinen tek gerçek ölümdür; gerisi boş.
Bizi olgunlaştıran, yönlendiren ve insan özelliklerimizin ortaya çıkmasını sağlayan ise başta ailemiz eğitmenlerimiz, komşularımız, arkadaşlarımız ve ülkemizin içinde bulunduğu şartlardır.
Evde hiçbir zaman demokratik bir ortam bulunacağını zannetmiyorum. Anne ve baba çocuklar için neyin daha iyi olacağını onlardan daha iyi bilir ve sonunda anne ve babanın dediği olur. Bazen bu zorla olur, bazen ise karşılıklı uzlaşma ile olur. Ama her çocuk kendi sağlığı için sevmediği yemekleri zorla yer, istemediği saatlerde uyur, ailesinin istediği saatlerde oyun oynar.
Okulda zaten demokratik bir ortam olamaz. Belirli kurallar vardır ve bu kurallar talebelerin sağlıklı yetişmeleri, onların doğru düşünmeleri için konmuş kurallardır ve uyulması zorunludur. Her genç, yanlış sistem gereği at yarışı gibi yetişir ve sınavdan sınava koşarak gençlik yıllarına ulaşır.
Evlilik tam anti-demokratik bir müessese; eğer geçinmek istiyorsanız mutlaka “feda’’ diyeceksiniz ya da herkes yoluna gidecek.
Ancak burada ince bir çizgi var. Çocukluk ve gençlik yıllarına gelirken henüz hür olmadığımız için bizi bizden çok sevenlerin biraz da zorunlu olarak anti-demokratik kurallarına “eyvallah” derken artık iş hayatında ve evlilik hayatında kendi arzumuzla “evet” diyoruz ve kendi isteğimizle zaman içinde anlamadan koyulmuş kurallara adapte oluyoruz.
Tüm hayatımız boyunca bu kadar demokratik olmayan aşamalardan geçerken ülkemize yön veren siyasi partilerimizin ve onların başında bulunan liderlerin demokratik olduğu düşünülür mü?
“Evet” diyorsanız çok iyi niyetli ve saf bir yapınız var demektir.
Demokrasinin tanımını artık bilmeyen yok. Tüm üye ve vatandaşların organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit haklara sahip olduğu, çoğunluğun yönetimi ve azınlığın tüm haklarının korunduğu bir yönetim biçimi. Çok güzel, muhteşem bir yönetim şekli… Peki, nerede var bu sistem?
Hangi partimizde tam olarak böyle bir uygulama var?
Parti başkanı ne derse o oluyor; o kimi isterse yönetime o giriyor… Tarih boyunca eleştirilen ve tek adam olmakla suçlanan liderler oldu. Yerlerine gelenler farklı bir uygulama mı yaptılar?
Hep dediğimiz; “sen neymişsin be abi! ’’
Allah hepsine uzun ömür versin ama bir gün takdir- i ilahi tecelli edince kurdukları düzen iskambilden saray gibi dağılıp gidiyor.
Ama tüm liderler kendi sistemlerini en demokratik, en adil, en doğru, bunun karşısında itiraz eden tüm azınlıkları maalesef anti-demokratik kabul etmişlerdir. Bunun sebebini anlayabilmek gerçekten zor. Belki mevkii hırsı, belki zengin olma hırsı, belki kudretli olma hırsı… Adeta üç günah, fakat kullanmasını bilmeyene…
Devrilen tüm liderlerin bence tek ortak hataları sadece kendilerinin demokratik olduklarını düşünmeleri ve yönetmekle, haklarını korumakla sorumlu oldukları vatandaşlarını doğru anlayamamaları, gereksiz bir güç tutkunu olmaya başlamalarıdır.
Ama kim olursa olsun en başta yazdığım gibi yolun sonunda mutlaka ölüm var ve hepimizin gidiş şekli bir diğerinden farklı değil.
Galiba ilahi adalet dedikleri bu… En demokratik olan hepimizin gidiş şekli, gittiği yer. O zaman, ne gerek var bu dünyada kalp kırmaya, ne gerek var düşman kazanmaya, ne gerek var hırslarımızın esiri olmaya, ne gerek var öteki yaratmaya, ne gerek var onu ezmeye?
Ben demiyorum ki el ele tutuşup hep beraber şarkı söyleyelim. Bu hayali ve güzel bir rüya ama elimizden geldiğince inanmasak da, beceremezsek de demokratik olmaya çalışalım. Belki de başarırız.
Haydi, gelin el ele tutuşmaya Taksim Meydanı’ndan başlayalım…