Lokman Ayva – Eğer Arzu Ettiğim Netice Olmuyorsa

Ne iş yaptığınızı bilemiyorum. Ne tür hassasiyetlerinizin olduğunu da bilemiyorum doğrusu. Şu müneccimlik sayılır mı? Ne iş yapıyorsanız yapın veya ne tür bir hassasiyetiniz olursa olsun eminim ki her şeye arzuladığınız gibi olmuyor. Nasıl bildim mi? Pekiyi sizin tepkiniz ne oluyor? Tepki şekliniz arzu ettiğiniz sonuca sizi ulaştırıyor mu?

Sizi bilmem ama benim güzel ülkemin çok sevdiğim insanlarının çoğunluğu genellikle arzu ettikleri sonuca ulaşamıyorlar. Müsadenizle bir de fıkra anlatayım: Nasrettin Hoca’ya, “Ne arıyorsun, Hoca?” diye sormuşlar. Hoca da, “Anahtarımı arıyorum.” demiş. yardım etmek kaygısıyla belki de sormuşlar tekrar: “Hoca, tam burada mı kaybettin?” Hocamız, “Hayır, şu karanlık odada kaybettim.” Dostları “Yahu Hoca, ne tuhaf adamsın! anahtarı karanlık odada kaybetmiş, aydınlık odada arıyorsun.” Nasrettin Hoca “Ayıplamayın dostlar, karanlık odada anahtarı aramak zor olduğu için burada arıyorum.”

Bence de ayıplamayalım Hocamız’ı. Benzeri bir davranışı o kadar çok yapıyoruz ki aklım almıyor. Mesela, KPSS ile memur alınıyor. İşe yerleştirmeler tamamen bilgisayar ortamında yapılıyor. Bizzat şahit olduğum işe yerleştirmelerde o kadar çok telefonlar, görüşmeler yapılıyor ki sanırsınız böyle bir sistem yok veya sistem bir şekilde deliniyor. Böyle bir durumda “Torpil yaparım” diyen de, “torpil buldum” diyen de yalan söylemiş olur. Bu telefonlarla zaman harcamak, telefon görüşmelerine para harcamak, ziyaretler için onca yol parası harcamak anahtarı kaybettiğin mekanda değil de başka yerde aramak gibi değil midir?

Bir takım siyasi partiler iktidara gelmek için Gezi Park tarzı eylemlerden, tencere-tava tarzı etkinliklerden medet beklemektedir. Ama bu kadar abes bir beklenti de olmaz ki. Karanlık odada kaybettiğin anahtarı aydınlık odada aramaktan da öte müslümanın Mekke-Medine yerine Efes’e hacca gitmesi gibidir. Ertesi gün sınav olduğunu bile bile sabaha kadar tencereydi, tavaydı, kornaydı gürültü yapıp çocuğumuzu uykusuz bırakacaksın ben de sana oy vereceğim, öyle mi? Sandık gelince “Başka kapıya” deyiverirler adama. Benim işsizlik sorunum var. Terör sorunum var. Geleceğimin daha iyi olmasını istiyorum. Daha konforlu yaşamak istiyorum. Hadi bunları bırak, senin eleştirdiğin konularda bana ne ne vaad ediyorsun? Varsa bir çözüm önerin konuşalım.

Terör olaylarını hatırlıyorum. Yüreğim yanarak şehitlerimizi hatırlıyorum. Binlerce insan yürüdük. Sloganlar attık. Şiirler yazdık. Gözyaşları döktük. Neyi değiştirebildik ki? Ta ki Recep Tayyip Erdoğan ve AK PARTİ tüm riskleri üstüne aldı ve Çözüm Süreci’ni başlattı ve ondan sonra bir takım değişimler yaşanmaya başladı. Tabi ki gözyaşlarımız anlamsız değil. Tabi ki yürüyüşlerimiz, protestolarımız anlamsız ve gereksiz değil. Ama şunu da kabul edelim ki sonuç alıcı adımlar da değil.

Mısır, Suriye olaylarını içimiz yanarak takip ediyoruz. Rabia Meydanı’ndaki kardeşlerimizle beraber olduğumuzu bir takım fiillerle gösteriyoruz. Dualar ediyoruz. Gazetelerde, dergilerde, radyo ve televizyonlarda konuşuyoruz. Fakat bu iş bu kadarla kalırsa inanın bu yangını söndürmeye bir faydamızın olmasını bırakın zararımız bile olur. Başta kendimize zarar veririz. Nasıl mı? Mısır’daki zalimler bizi takmasalar ne olacak? “Allah belalarını verir.” diyebilirsiniz. Allah belalarını zaten verebilir de verir de. Dürüst konuşmak gerekirse bizim halimiz bu durumda biraz tuhaf olmuyor mu? “Allah’ım bu zalimlerin belasını ver.” Hâşâ, Allah’a yol mu gösteriyoruz, ne yapması gerektiğini mi izah ediyoruz? Allah ne yapacağını da , ne zaman yapacağını da en iyi şekilde bilir. Bence doğru soru şu: Pekiyi biz bu durumda ne yapacağız?

Benim yöntemim, “Arzu ettiğim netice olmuyorsa acaba nerede eksik yaptım?” diye sormaktır. hayatım boyunca şunu gördüm: âmirimi suçlayarak, annemi, babamı suçlayarak, devleti, belediyeyi yani kendimin dışındaki birilerini veya bir şeyleri suçlayarak problem çözülmüyor, arzu ettiğim sonuç bir türlü elde edilmiyor. Anladım ki en iyi, en doğru tutum kendimi değiştirmek, kendimi geliştirmek, kendimi yeni beceri ve bilinçle donatmakmış. Çok faydasını gördüm. Bir yandan kısa vadede protesto edip, mazlumlarla aynı tarafta olduğumuzu gösterirken diğer taraftan da asıl işlerimizi en iyi şekilde yapmaya devam etmeliyiz. Hatta kaldırıp kafamızı etrafa bir bakarsak burnumuzun dibindeki toplum ve ülkelerle doğru dürüst bir ilişkimizin olmadığını sadece platonik takıldığımızı görürüz. Kaç şirketin bayiliği var veya oralara bayilik verdik? Kaçımızın derneği veya vakfı o ülkelerle bir birlik kurdu? Kaç sefer gittik? Kaç kişiyle arkadaşlık, dostluk kurduk? Kendimi bir düşündüğümde Batı’daki şirketlerle, derneklerle, kişilerle inanılmaz bir iletişimimin olduğunu fark ediyorum. Elbette ki şikayetçi değilim. Batı’daki dostlarımı da çok seviyorum. STK’lar la işbirliklerimi de çok seviyorum. Çok iyi buluyorum. Ama burnumun dibindeki dost ülke ve toplumlarla olmayışının da bir eksiklik olduğunu çok iyi hissediyorum.

Bir başarı elde etmek istiyorsak, arzuladığımız bir şeyler varsa meseleyi doğru tespit edip çözümleri de doğru üretmek lazım. Sorumluluktan kaçarak çözemeyiz. Oldu ya, uğraştık, didindik, o beceriyi, cesareti veya motivasyonu kazanamadık. O zaman birilerini suçlayarak züğürt tesellisiyle yırtmaya çalışmayalım. Kendimiz yapamıyorsak bile yapabileceklere doğru tavsiyelerde bulunalım. Ama ben yine de söyleyeyim: YAPABİLİRSİNİZ.
haberrevizyon lokman ayva 1

haberrevizyon lokman ayva 2

HABER REVİZYON DERGİSİ EYLÜL 2013

Bir cevap yazın