Zihnimizin, gönlümüzün, hayallerimizin sınırları var mı acaba?Ya yapabileceklerimizin? Varsa, bu sınırlar nedir sizce? Odalarımız belki de bizim sınırlarımız. Belki de mahallemizle sınırlıyız. Ülke sınırlarını aşmışsak işte dünya, kâinat konusuna henüz giremiyorum. Ülke sınırlarını aşıp şahıs olarak dünyaya bir anlam, bir değer katabiliyorsak değme gitsin.
Kelebek kanatlarını çırpmasıyla tüm dünyayı etkileyecek fırtına meydana getirebilirmiş fizikçilere göre. Ne müthiş bir fırsat ve imkan değil mi? Bir kelebek dünyayı minicik kanatlarıyla etkileyebiliyor. Hani meşhur hikaye vardır ya karıncaya sormuşlar “Nereye gidiyorsun?” bizimki “Hacca gidiyorum” demiş. Şaşırmışlar, “Sen varana kadar ömrün biter.” diye eklemişler. Karıncanın cevabı anlamlı: “Yolunda ölmüş olurum.” Biliyor musunuz, 16-19 Kasım’da ben bu kelebek ve Kabe’ye varmış karıncalara rastladım.
Türkiye Beyazay Derneği her yıl “Kurullar Toplantısı” düzenliyor ve bu toplantıyı yurtdışında yapıyor. Yurtdışında da gidilen ülkenin halkıyla yakınlık, dostluk ağları ve bağlarının meydana gelmesi için ziyaretler, etkinlikler yapılıyor. O ülkenin basını geniş yer veriyor. Çok meyveli bir etkinlik ağacı. Bir taraftan Beyazay ailesi mensupları bilgilerini, görgülerini, ufuklarını geliştiriyor, bir taraftan toplumlar arası engelliler konusunda dayanışma, yardımlaşma ve paylaşma meydana geliyor, diğer taraftan da Türkiye’miz hakkında tanıtım yapılmış, milletimiz doğru bir şekilde anlatılmış oluyor. En önemli faydalarından biri de o ülkenin engelli vatandaşları gündeme geliyor, onların toplum içindeki pozisyonları da bir nebze olsun olumlu yönde etkilenmiş oluyor.
Geçmiş yıllarda Kuzey Kıbrıs, Suriye, Yunanistan, Gürcistan gibi ülkelere gidildi. Bu yıl da Bulgaristan’daydık. Bulgaristan hükümeti, engelli kuruluşları işbirliğine çok açıktılar. Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanı, Milli Eğitim ve Sağlık Bakan yardımcılarıyla, kamu kuruluşlarıyla güzel görüşmeler ve güzel bir işbirliği meydana geldi. Bu aşamada her şey ne derseniz deyin resmi bir şekilde oluyor. kalplere, gönüllere, duygulara pek inemiyor.
16 Kasım’da çıktık yola. Filibe’ye uğradık. Tam bir Osmanlı şehri. Oradaki insanlarla neden düşmanlık yaşadık insan anlayamıyor. Her yönümüz birbirimize benziyor. Ayrışmak için zorlamalar olduğunu hemen hissediyorsunuz. Et tırnak ile ayrılmış gibi bir durum.
Sonra Sofya ve Plevne’ye uğradık. “Yendi, yenildi”lerle zorlanarak meydana gelmiş bir tarih. Gidip gezdiğinizde anlıyorsunuz ki toplumları birbirine düşman etmek için çok gayret etmişler. Heykeller, müzeler, tablolar, efsaneler… Bu işlerde söz sahibi olanlar eline ne geçirdiyse insanları adeta savaşa hazırlamış. Bir kavga çıkarsa birbirimizi öldüreceğiz, sakat bırakacağız. Sonra yensen, yenilsen ne olacak? “Savaşların galipleri olmaz” demişler. Bizleri savaşa hazırlayanlar, bizleri savaştırıp ölmemize, öldürmemize neden olanlar neredeler şimdi? Dünyaya kazık mı çaktılar? Kendileri de yoklar. Boşu boşuna acılar yaşattılar. Af edersiniz, sanki iyi halt ettiler.
Tekrar Sofya’ya döndük. 18 Kasım’daki programımız için hazırlıklar başladı. Standlarımız, sergileyeceğimiz malzemelerimiz, yapacağımız gösteriler derken ertesi sabah ENDEKA adlı kültür merkezinin 5. katındaydık. Herkeste tatlı bir telaş. Beyazay’ın şubeleri kendi bölgeleriyle ilgili ürünleri, malzemeleri getirmişler. El sanatları, yiyecekler, fotoğraflar, daha neler neler. Bulgar dostlarımız da kendi standlarını organize ettiler. Engelli çocuklarımızın yaptıkları ürünler, ilginç tasarımlar, yerli motifleri taşıyan eserler. Hasılı salonda kültürler buluştu. Farklı ürün ve sunumlardan oluşan bir zenginlik. O anda gel de şu soruyu sorma: bu güzellikleri yaşamak için o pasaport, vize işkencelerine ne gerek var ki? Onlarsız olamaz mı bu işler? Yanlış anlaşılmasın aynı ülke olalım falan dediğim yok.
Bulgar hükümetinden bakan, bakan yardımcıları, kamu yöneticileri, sivil toplum kuruluşları yöneticileri, okullar hep beraber sergileri gezdik, yerel lezzetleri tattık. Bir bayram günü tadında, herkes birbirine selam veriyor, sarılıyor, göz yaşları. Ürünler, gönüller, selamlar, yaşlar birbirine karıştı. O kadar karışımı bu vakitten sonra valla ben anlatamam. Buyrun hayal gücünüzle işi çözün.
Salondayız. Gösteriler başlamak üzere. Hepimiz yanımızdakiyle sohbet halindeyiz. Sahnede İstanbul Büyükşehir Belediyesi Zihinsel Engelliler Gösteri Sanatları Topluluğu. Söyleyenler ve ritm çalanlar engelliler. Eserlere salondaki herkes iştirak edebiliyor.
Salon coşmaya başladı. Gittikçe heyecan, coşku yükseliyor. Tezauratın hangi dilden olduğunu bile anlayamıyorsunuz. Sahnedeki Türk, Salondaki Bulgar veya tersi artık önemini kaybetmiş durumda. Sadece coşku var. Aradaki soğuk duvarlar yok olmuş. Herkeste paylaşım, dostluk, kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma, birliktelik almış başını gidiyor. Heyecanımızın doruğundayız. Bu ortam, İnsanlık için kaygı değil, müjde veriyor. Bu ortamlardan savaş çıkmaz. Ölsek ölsek heyecandan, coşkudan, mutluluktan ölürüz.
O an fark ettim ki, dünya barışına bir katkı var. Bu salondan başlayarak yakınlarımız, onların yakınlarına doğru dalga dalga bu güzelliğin yayılması söz konusu. O an herkes birbirlerine düşmanlığı öğrenmiyor, beraberliği yaşıyor. Bu vakitten sonra bunları savaştıramazsınız. Bunlara kavga ettiremezsiniz. Ve bunları yaşatan işte bu sahnedeki zihinsel engelliler. Bunlar siyasi liderler değil. Bunlar büyük büyük işadamları değiller. Bunlar dini liderler değiller. Bu gençler çoğu insanın iş bile vermek istemediği kişiler, hamileyken bunların zihinsel engelli olduğunu aileleri bilseydi belki de kürtajla aldıracak olduğu gençler. İşte bu gençler savaşa değil, barışa katkı yaptılar. Bu gençler yarışa değil, yardımlaşmaya, düşmanlığa değil, dostluğa, dışlamaya değil, birlikteliğe, ayrışmaya değil, dayanışmaya katkı yaptılar. Ve üzerlerine düşeni fazlasıyla yaptılar. Ya biz?
İnsanlık için gayret etmek insanlığın gereğidir. Bizim medeniyetimiz bunun örnekleriyle doludur. İnsanlığa hizmet etmek için büyük büyük adamlar olmaya gerek yok. 2. Murat’ın oğlu değiliz diye Fatih olmayalım mı, Peygamberimiz’in arkadaşı değiliz diye Hz. Ebubekir’in, Hz. Ömer’in, Hz. Ali’nin yaptıklarını yapmayalım mı, Çanakkale Savaşı yok diye, milletimiz, insanlık için fedakarlık yapmayalım mı yani? İyi insan olmak, insanlığa hizmet etmek için ne sakatlık engel, ne fakirlik, ne makamsızlık ne de cezaevinin demir parmakları. bize engel olabilir. Kendimizi ne kadar küçük görürsek görelim büyük işler yapabiliriz.
HABER REVİZYON DERGİSİ ARALIK 2013