Eminönü’de bir gün arkadaşlarla balık-ekmek yedik. Yiyenler bilir, çok lezzetlidir. Lakin sonunda eliniz yağlanır, öyle ıslak mendil falan da kar etmez. “Eyvah, toplantıda nahoş kokular yayacağız” derken bir ses: “Su-sabun 50 kuruş!” “Su-sabun 50 kuruş!” Hemen sese koştuk. Size sabun veriyor, elinize de su döküyor ve hizmetin karşılığı 50 kuruş. Vallahi 1 lira bile değerdi. Ya adam kendi sıkıntı çekti ya da sıkıntı çekenleri gördü ve şimdi para kazanıyordu. Meğer sıkıntılarımız bizim ekmek kapımızmış da haberimiz yokmuş.
Bizler küredeki yani dünyadaki tabii şartlarla, fiziksel ve sosyal sistemlerle sürekli etkileşim halindeyiz. Depremler, sel baskınları, kar-kış-yağmur hep etkiler bizi. Laf aramızda çoğunluğumuz “etkileşen” değil, “etkilenen” durumundayız. Bu etkileşimde “etkilenen”den “etkileyen”e geçebilir miyiz? Tabii ki. Onu birazdan konuşalım.
Kürenin dışında diğer etkileşim halinde olduğumuz bileşen ise “öbürleri”dir. Bir başka ifadeyle kendimizin dışındaki herkestir. Aynı şekilde burada da hem “etkileyen” hem de “etkilenen” olabiliriz. Şöyle bir deney yapmışlar: dokuz kişinin sekizine bir uzun bir de kısa çubuk gösteriyorlar ve daha sonra çubuklar kendilerine gösterilince kısaya uzun demelerini istiyorlar. Dokuzuncu kişiye hiç bir şey söylemiyorlar. O sekiz kişi çubuklar kendilerine gösterildiğinde kısaya uzun, uzuna kısa diyorlar ve dokuzuncu kişiye sıra gelince dokuzuncu kişi kısa çubuğa ne diyor biliyor musunuz? Evet, “kısa” çubuğa o da “uzun” diyor. Gördüğünüz gibi bırakın bizi etkilemeyi “feleğimizi bile şaşırttırıyorlar”. Son bileşeni de konuştuktan sonra bunda nasıl “etkileyen” olabileceğimizi konuşsak diyorum, müsaadenizle.
Nasıl Etkileyen Oluruz?
Küredekilerle etkileştik, öbürleriyle etkileştik. Pekiyi geride ne kaldı? Evet, en önemlisi kaldı belki de: “Kendimizle etkileşim” “İnsan kendisiyle de etkileşir mi?” demeyin. Belki de en önemli ve belirleyici etkileşim kendimizle yaptığımız etkileşimdir.
Ben Lisede öğretmene bir soru sormak isterdim. Ama içimden “Az sonra sorayım. Konu da değişiyor, sormak abes olabilir. Aman sormasam ne olur ki?” derdim ve soru sormaktan cesaretsizliğim yüzünden vazgeçerdim. Yani bir başka ifadeyle kendimle yaptığım etkileşimde soru sorma cesaretimi kendim yok etmiş olurdum.
Para nerede para?
Sıkıntılarımız, etkileşim, etkileyen, etkilenen falan da… Para nerede para? Tam şimdi ben de o konuya girmeden önceki konuyu anlatacaktım.
‘NEED / MEET’ diye İngilizcede iki kelime var. Bunlar ‘ihtiyaç / karşılamak’ demek. Aslında şiirsel bir ifade bulabilsem İngilizcesi yerine onları kullanacağım. Bulana kadar ‘need / meet’. İşte hayat, bu iki kelime üzerine kurulmuştur. Sıkıntılarımız aslında bizim ‘need’lerimiz yani ihtiyaçlarımız.
Onların karşılanması da tabii ki para. Parayı sevmiyor musunuz? O zaman sizin dünyanızda ‘fayda’ demek olur. Siyasetçi misiniz? İşte sizin için ‘rey’demek. Gelin örneklendirelim.
Sene 1994. Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçiliyor. Su sıkıntısı had safhada. Soru: “Tabii şartlar mı sizi, siz mi onları etkileyeceksiniz?” Kollar sıvandı, 140 günde barajlar yapıldı. Istranca’dan sular getirildi. Dualar edildi. Netice: şu anki merkezi iktidara uzanan bir başarı efsanesi ortaya çıktı. O zaman su sıkıntısı olmasaydı, çöp, hava kirliliği olmasaydı, bu günkü iktidar da olmazdı. Van Depremi oldu. Üzüldük ama tüm vatandaşlar ele ele verdik, Vanlı kardeşlerimizin yaralarını sardık. Çözüm Süreci’ni getiren kardeşlik ortamı böylece ortaya çıktı.
İmkansızlığın imkanları vardır
Öbürleriyle etkileşimde de benzer formül. Etkileşimde kendimizi nerede bulundurduğumuza bağlı. Karşımızdakine veya karşımızdakilere göre ben kendimi nerede konumlandırmışım? Yukarılarında mı, aşağılarında mı, yanlarında mı, uzaklarında mı? Ve tabii ki her iki taraf da bunun farkında mı? Eğer bu konumlandırma arzu ettiğimiz bir şey değilse ve onlar da farkında değilse fırsat ayağımızda; ister karşı, ister kendi kalenize gol atın. Diyelim ki siz harika bir mühendissiniz. Harika mühendisler ne giyer, nasıl davranır ve ne giyerlerse siz de aynısını yapın, işte bu kadar. Sizin mühendisliğinizin harikalığını görünce konuştuklarınıza, giydiklerinize ve davranışlarınıza gerek kalmayacak. Avukat gibi görünerek mühendis olarak algılanamazsınız.
Kendimizle etkileşimde şu sır cümlelerimi önerebilirim. Böylelikle hem küreyle, hem de öbürleriyle etkileşimde etkileyen olmak mümkün.
“Arzu ettiğim sonuç olmuyorsa acaba nerede eksik yaptım?” diye sormalı.
“Hayırlı işin maniası çok olur”; engel çıkıyorsa o iş hayırlıdır ve hayırlı işe devam etmek lazım. “İmkansızlığın imkanları vardır.”
Tüm bu konuştuklarımdan sonra para kazanmak için yeteri kadar motivasyonunuz varsa hemen bir kaç icat bekliyorum, yapın ve parayı vurun:
Sıkıntım: Asansöre biniyorum. Dolu olduğu halde her katta duruyor. Dolu olduğunda durmasa hem işi hızlı bitecek, hem de o katlardakiler daha çok beklememiş olacak. Bu yazılımı yazan kişi parayı kazanır.
Diğer sıkıntımız iletişimden. Bana o kadar çok farklı kanaldan bilgi geliyor ki hepsiyle ayrı ayrı ilgilenmek, ayrı ayrı programla bilmek zorunda kalıyorum. Bunları tek formata dönüştürüp sunacak bir yazılıma ihtiyaç var. İster telefon, ister fax, ister Facebook, ister Twitter ne olursa olsun. Hatta tv ve radyo görüntülerini bile mesela ‘mail’ formatına dönüştürse, ben de onunla ilgili işlemi yaptıktan sonra gideceği kişiye, geldiği formattan göndersem nasıl olur? Evet, bence de iyi olur.
Sıkıntım: Çekirdek kabukları. Marketten çekirdek alıyoruz. Hafif sert kartondan bir de yanına kutu koysalar da biz de çekirdek çöplerini yere atmasak olmaz mı? Bal gibi de olur. Çekirdek yerken uğradığım muamele cidden can sıkıcı. 10 kuruş fazla vereyim, hiç olmasa kutusuna atayım şu kabukları. Para kazanacak bizde çok sıkıntı var. Bir gün buluşalım ben anlatırım. Dergiyi işgal etmeyelim, para fırsatı da olsa sıkıntılarımızla.
HABER REVİZYON DERGİSİ HAZİRAN 2013