Lokman Ayva – Yaşamayı Göze Almak

İnsanın sahip olduğu değerler hiç de az değildir. Bunların hepsinin bir fiyatı da var aslında. Ne karşılığında hangisinden vazgeçilebildiği önemlidir.

Belki de öyle bir nokta var ki vazgeçmek veya vazgeçmemek aynı anlama geliyor. İdealinizi düşünün. O idealiniz için nelerden vazgeçersiniz kimbilir. Yahut o idealiniz için nelerden vazgeçmez ve direnirsiniz.

Yıllar önceydi. Bulunduğumuz ilçedeki liseye kayıt etmedikleri için Konya merkezdeki liseye başladım. Bir kaç ay sonra öğrendim ki benim eğitimim için annem-babam Konya merkeze taşınmaya karar vermişler. Evleri barkları vardı. Konu komşuları vardı. Ekip diktikleri bahçeleri vardı. Köpeğimizden evimize her şeyi bırakıp Konya’da kiraya oturdular. Daha önce de hastalığıma çare arayışı için bağ, tarladan tutun satın aldıkları malzemelere varana kadar her şeyi satıp savmışlardı. Çare olacaksa, derman bulunacaksa tek sahip olduğu evi de satacağını söylerdi, rahmetli babam. Pekiyi ne adına, vazgeçtikleri ve vazgeçmediklerinin buluştuğu nokta neydi?

Ben daha ne fedakarlıklar bilirim. Nelerine şahit oldum. Sadece evladı için mi? Komşusu, torunu, arkadaşı, işyeri, derneği, kedisi, atı, ülkesi, dini, ideolojisi için akla hayale gelmeyecek fedakarlıklar. Kimi uykusunu feda ediyor, kimi malını, mülkünü, işini, dükkanını, organlarını feda ediyor. Yalnızca bunlar mı? Öyle ki sahip olduğu en değerli şeyinden yani canından vazgeçiyor. Acaba? Vazgeçtiğine göre belki de canı en değerli şeyi değil. O halde canından daha kıymetli tuttuğu şey nedir?

Bir hanım arkadaşla konuşuyorduk. Sevdiği erkekle ilgili bana çok ilginç gelen cümleler söyledi. Sevdiği çocuk “Benim için ölümü göze alır mısın?” diye sormuş, kıza. Kız da, “Bırak ölümü göze almayı senin için yaşamayı bile göze alırım.” demiş. Kız sonra şöyle açıkladı: “Ölümü göze almaya ne var! bir kaç saniyede ölürsün, olur biter. Halbuki onun için yaşamak, öyle mi? Bir ömür boyu onun için yaşamak. Belki yaşadığın her saniyede tekrar tekrar ölmek.”

Bir ülkeye, bir misyona, bir vakfa veya derneğe, bir davaya, bir kuruma, bir ilişkiye, bir aileye veya aklınıza gelecek her hangi bir kurum, kişi, kavram veya ilişkiye acaba uğrunda ölerek mi yoksa ömrünü ona adayarak mı faydalı olunabilir?

Şimdiye kadar duyduğum tüm kahramanlık hikayeleri ölmekle ilgili. Kafama şu sorunun takılmasını engelleyemiyorum? Bir kişi uğrunda ölecek kadar sevdiği şeyi neden yapa yalnız bırakıyor? Canını verecek kadar benimsediği veya sevdiği şeyi kendinden mahrum etmesi doğru bir hareket midir? Düşünsenize o şey ne ise, böyle bir sevenini kolay kolay nerede bulur ki?

Son zamanlarda yüzeysel bir şekilde iş yapmalara çokça rastlar oldum. Yöneticisi, başkanı veya amirinin önünde harıl harıl çalışıyor. Yaranmaya çalıştığı kişi arkasını dönünce o harıl harıl çalışma gösterisi anında duruyor. Öyle komik tablolarla karşılaşıyorum ki: Mesela yaranmaya çalıştığı kişi bir işi beğendiğini söylüyor. Yaranmak isteyen hemen yapmadığı halde öyle cümleler kuruyor ki karşısındaki onun yaptığını sansın. “Bu dosya ne güzel hazırlanmış” diyor, yaranmaya çalışan kişi, “Efendim, çok zor oldu ama hamd olsun bitti.” gibi cümleler kurar. Bu davranış şekline saygı duymam, bu davranıştan bir üretimin olacağı, bir gelişmenin olacağına da inanmam. Hatta bu davranış şeklinden bir an evvel kurtulmazsak toplum olarak büyük zararlara uğrayacağımıza inanıyorum. Hele hele bu devirde dünyada önemli bir mesafe kat etmek istiyorsak yüzeysel şekilde iş yapmalarla bir yere varamayız. Bir gün bu konuda, ertesi gün şu konuda çalışarak büyük işler ortaya çıkmaz. Uzmanlaşana kadar, o konuda bir fikir geliştirene kadar çalışmayı sürdürebiliyor olmalıyız.

Her ne yapacaksak, her ne için mücadele edeceksek, uğruna ölümü göze aldığımız her ne ise ona “ölümüne” değil, “yaşamına” diyerek gerçek hizmetimizi yapmış oluruz. Cesediniz hizmet vermez. Toprak olur veya kokar. O yüzden yaşamalı ve yaşatmalı. Evrendeki her şey hayata hizmet etmeli. Hele hele bu devirde hayatınızı adamadan,ömrünüzü vermeden evrensel bir sonuç alamazsınız. Yüzeysel, göstermelik, günü birlik, gündemin önünde rüzgarın önündeki yaprak gibi sürüklenerek bir yere varılmaz ve ben onu hayat faaliyeti bile saymam. “Doğdu.Öldü.” kabilinden bir ömür geçirme sayarım. Birer kelimeden meydana gelen iki cümle ve fiilimsisi, yan cümleciği, temel cümleciği, nesnesi, dolaylı tümleci yok. Cümle 1. “Doğdu.” Cümle 2. “Öldü” Dikkat ederseniz her iki ffil de kendine ait değil. İlki annesi babasının fiili, sonrası da Azrail AS’ın fiili. Sözümü çok uzatmayayım, zira her şey ortada. Cevabınız ne olur bilemem ama soru gün gibi âşikar:

“Siz bir şey için yaşamayı göze alabiliyor musunuz?”

haberrevizyon lokman ayva 1

haberrevizyon lokman ayva 2

HABER REVİZYON DERGİSİ EKİM 2013

Bir cevap yazın