Murat Aktürk – Ya Sonra…

Bir patlama sesiyle birlikte bağrışmalar başlar: “Geliyor, başladılar gene…” Bembeyaz kesilir etraf. Gerçekten biberi hissedersin önce. Sonrası fena; gözlerin kör olacakmış gibiyken, nefes alamazsın. “Ölüyorum herhalde” diye düşünmeye başlarsın kaçarken. Tanrıya şükür ki, bacakların işlevini yitirmemiştir. Aklın, nefes darlığından öleceğinin paniğindeyken etrafına bakarsın, ‘yardıma gereksinimi olanlar var mı’ diye. Uzaklaştıkça dumandan, rahatlarsın.

 

Gözlerin kör oluyormuşçasına gene yanıyordur, nefes almaya başlamışsındır sürekli akan burnundan. Güvenli bir yere vardığında, çantalardan çıkan anti-asit ev yapımı solüsyonlar yüzüne sıkılır, “sakın gözünü ovuşturma” tavsiyeleriyle. Bir kaç dakika sonra da toparlanırsın ‘eğer buysa sorun yokmuş’ diye kendine cesaret vererek. Hazırsındır artık yeni biber gazlarına; ilk deneyiminden kazasız çıkmışsındır. Ama her seferinde aynı cehennem anlarını yaşarsın, daha donanımlı olman gerektiğini kendine itiraf ederek. Üzerinde doğru dürüst bir maske, yüzme gözlüğü veya baret yoktur, üstelik de şort ve tişörtlüsündür; amatörsündür yani…

Çoğunluk orman yangınlarının başlangıcı ne bir lav silahından çıkan alevlerdir, ne de bir napalm bombası; bahardaki yeşilliğini yaz güneşinin sıcağıyla yitirmiş kuru otlara atılan ufacık, önemsiz, yanmakta olan izmarit nice ormanların yok oluşlarına neden olmuştur. Kesilmemiş kuru otlar, rüzgar, sıcak hava ve dikkatsizce atılmış bir sigara parçası binlerce ağacı kısa zamanda yok edebilir, zira şartlar olgunlaşmıştır.

Dergimizin Haziran sayısındaki yazımda ‘Umut Eylemdir’ demiştim. Yazıyı yazdığım günlerde, henüz herhangi bir ağaç kesimi yoktu Gezi Parkı’nda. Ağaçların, köklerinden kopartılarak yok edilmeye başlanmasıyla, parkı ve ağaçları korumaya almak isteyen küçük bir gurubun Gezi’ye birkaç çadır kurması ve onlara yapılan bir gece yarısı baskınıyla başladı her şey. İngilizce deyimiyle “the rest is history” yani, gerisi hepimizin malumu…

Şu satırları yazdığım sırada üçüncü haftasını bitirmekte olan Gezi Hareketi’nde, her ne kadar ilk başlarda içinde pek çok renk barındırıyormuş gibi görünse de, halkın desteği ve kararlı gençlerin mücadelelerine devam etmesi sonucu; o ilk günlerin farklı görüntü vermeye çalışan şovmenlerinin nefesi yetmemiştir.

Apartman balkonlarından gelen tencere tava sesleri, yurdun dört bir yanına yayılmış, camlardan sallandırılan Türk Bayrakları ve Yüce Atatürk’ümüzün posterleriyle gençlerimiz gönüllerindeki ışığı hareketlerine yansıtır olmuşlardır.
Protestocuların kararlı tutumlarıyla da, direnişlere hiçbir siyasi erk sahip çıkamamış sadece uzaktan desteklemekle yetinmişlerdir. Bilgili ve bilinçli guruplar, daima Türkiye Cumhuriyetimiz Anayasasının tanıdığı hakları kullanarak hep savunmada kalmışlardır.

Yıllardır birbirlerine karşı neredeyse düşmanlaştırılmış futbol kulüplerinin taraftarları kendiliklerinden birleşmişler, inanç farklılıkları ne olursa olsun hedefi özgürlük ve demokrasi olan bireyler Mustafa Kemal’in hoşgörü çatısı altında yerlerini almışlardır. Gösteriler, bazen görsel sanatların icra edildiği sahne haline gelmiş, bazen de içinde muhteşem insancıllık barındıran hikayelerin doğum yeri.

Tüm bunlara karşın, yurdun pek çok yerindeki gösteri düzenleme isteklerine karşı toleranssız müdahaleler sonucunda dört can yitirilmiş, yüzlerce yaralı gerek hastanelerde, gerekse de eylem yerleri yakınlarındaki binalarda hemencecik oluşturulan revirlerde sağlıklarına kavuşturulmaya çalıştırılmıştır. Ancak, gözlerini kaybedenlerin, beyin travması geçirenlerin, bacak ve kol kemikleri kırılanların belirsiz sayısı vicdanları rahatsız eder olmuştur.

Tüm bu güzellikler, acılar, yanlış ve travmatik olaylar bir büyük gerçeği tekrar gözler önüne sermiştir; insanın içindeki sonsuz sevgiyi. Yaşayageldiğimiz zamanlar içinde varlığını unuttuğumuz sevgi, muhteşem bir komün yaşantısına dönüşmüş, iki gün önce gaz bombalarını atanlar ve yiyenler aslında aynı gemide seyahat ettiklerini anlar olmuşlardır. Olayların büyümeyip, sadece direniş, protesto ve savunma şeklinde kalması, eğitimin, kültürün ve insan sevgisinin ne denli büyük bir güç olduğunu, Gezi Parkı’nın tüm dünyada destekleyici ses getirmesiyle anlaşılır hale gelmiştir.

Hareketin rengi bellidir. Onlarca yıldır unutturulmaya çalışılan Atatürk sevgisi, Türk Bayrağı aşkı, özgürlüğe olan hasret ve Türkiye Cumhuriyeti bilinci toplumun tüm katmanlarında bir umut çiçeği olarak sürgün vermiştir. Ve “çabalama kaptan ben gidemem” diyen iktidar gemisinin rotasını belirlemiştir.
Tüm karşı çabalara karşın halk, bölünmeyeceğinin işaretini göstermiş olduğu olgunluk ve vakarla yedi düvele ispatlamıştır. Bundan böyle ‘ben yaptım oldu’ zihniyeti çökmüş, halkla birlikte, halk için esecek yeni rüzgarlarla ülkemizin yelkenleri şişecektir.

Yıllardan beri özlenen, sıkıştıkça ‘keşke hayatta olsaydı’ diye hayıflanılan Atatürk, artık milyonlarda yaşam bulmuştur.

Artık fakir olmayacağız, cahil kalmayacağız, bağnazlık batağına saplanmayacağız, uyandık. Özgürlüğümüzün kıymetini bilecek, ne kimsenin kulu ne de müridi olacağız. Gün ağarmaya başlamıştır. Sönmekte olan yıldızlar, yepyeni bir güneşin habercisidir.

Yüce Atatürk’ümüzün düşü gerçekleşiyor…

haber revizyon temmuz 2013 murat aktürk 1 haber revizyon temmuz 2013 murat aktürk 2

HABER REVİZYON DERGİSİ TEMMUZ 2013

 

Bir cevap yazın