Eskiler söylerdi de bıyık altından gülerdik gençliğimizde… Şimdi bizler söylüyoruz ama onların söylediği zamanlar gibi aradan pek de öyle büyük vakit geçmedi. Hey gidi günler. Gazete sayfalarından okuduğumuz, radyodan dinlediğimiz, sonra da televizyondan seyrettiğimiz yıldızları yazmaya gittiğimizde bizi küçümseyen, hatta aşağılayan şekilde karşılarlardı. Bir soru sormaya kalksan burunlarından kıl aldırmazlar, kısa bir iki yanıt ile geçiştirirlerdi.
Şimdilerde düşünün ki, iki takımımız çeyrek finalde. Üstelik ikisinin de başında Türk teknik adamlar var; Fatih Terim ve Aykut Kocaman. Evet, Fenerbahçe ile Galatasaray’dan bahsediyorum. Umarım yolları finale kadar gider. Üstelik abartılmış, lime lime edilmiş, yerden yere vurulmuş şike sorunun dibe vurdurduğu yakın bir futbol döneminden sonra, çok anlamlı değil mi?
Bazıları için ne yazık ki, öyle değil. Aykut Kocaman’ın, Fatih Terim’in, Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı’nın vardığı noktayı kötülemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Daha doğrusu başarıyı hazmedemiyorlar. Zaten o nokta değil mi, Milli Takım’ın zaferleriyle coşturduğu ülkeyi, Ulusal anlamda, futbol dahil bu duruma indiren.
Bakın “neredeydik, nerelere geldik?” konusunu yaşadığım, çok da uzak geçmiş olmayan bir turnuvayla anlatayım. Genç takımda birlikte oynadığım arkadaşlarım Milli Takım’da idiler henüz. Zincirleme diz sakatlıkları nedeniyle futbolculuk yaşamını erken kapamıştım ve Hürriyet Gazetesi’nde spor yazarlığı yapıyordum. İspanya 82 Dünya Kupası’na görevli gittim. Sırtımda fotoğraf makinem, daha önce akredite olduğum maçlara gideceğim, giriş biletine sıra gelince beni ve Türkiye’den akredite olmuş yaklaşık 40 spor yazarını son dakikaya kadar bekletip boş yer olursa içeri alıyorlar.
Gençlik işte, Zico’nun, sonradan Malatyaspor’a gelen Eder’in muhteşem oynadıkları Brezilya –Yeni Zellanda maçına girmek için sabırsızlanıyorum. Sahanın içinde olacağımdan yan yana fotoğraf çektirebilmek için vakit de kalsın istiyorum. Görevliye patladım; “başvurum da var, niye sonradan gelenleri bile alıp beni bekletiyorsun?!” diye çıkıştım. Önce küçümser bir ifade takındı. “Türk takımı yok ki, siz niye geldiniz zaten?” Herhalde sinirden saçlarım dimdik olmuştur.
“Önce biz geldik, çok yakında arkamızdan takımımızı da getireceğiz göreceksiniz…” dedim. Hata yaptığını anlamıştı. Sanıyorum Belçikalı idi ve sonradan Türkiye’ye geldi; iyi dost da olduk. Gişeden çıktı, yanıma geldi, elimi sıktı. “Sorry Turko” dedi, büyük bir olgunluk gösterdi, biletimi verdi. Dahası da var. İtalya- Almanya finalinde alıştım ya kenarda sıra bana gelsin diye, sahaya giriş bileti bekliyorum. Uzaktan elini salladı, “Turkooo”. Önce benim biletimi vermişti.
Yaa, çok geçmedi, Fatih Terim’in yarattığı Milli Takım önce Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine, sonra Şenol Güneş’le Dünya 3.lüğüne uçtu. Arada Mustafa Denizli’nin Avrupa’da çeyrek finali, Fatih Terim’in de Avrupa 3.lükleri var. Peki, Fenerbahçe ile Galatasaray uçuyor da Milli Takım’a ne oluyor acaba. Hala “ikinci olup da Brezilya finallerine gidebilir miyiz?” diye hesaplar yapıyoruz.
Siyaset mi iflas etti, yoksa Ulusal futbolumuz mu, ne dersiniz?
Onur Belge
BİTMESİN BU RÜYA!…
Avrupa kupalarında mücadele eden iki takımımız kendi turnuvalarında en iyi 8 takım arasına girdi. Galatasaray Şampiyonlar Ligi’nde, Fenerbahçe UEFA Avrupa Ligi’nde çeyrek finale yükseldi. Uzun zamandır böyle bir tabloya hasret kalmıştık. Umarız bu “tablo” bozulmadan en iyi alıcısını bulur: Yarı final
“Devler Ligi”nde son 16’ya kalan takımlara baktığımızda “Schalke gelsin” diye haykırdık adeta. Barcelona, Bayern Münih, Juventus gibi takımlara nazaran Alman ekibinin gelmesi çeyrek final adına umutlanmak anlamına geliyordu ve bu dileğimiz gerçek oldu.
Bir de kadroya katılan Sneijder ve Drogba gibi dünyaca ünlü yıldızlarla güçlenen Sarı-Kırmızılılar için Schalke artık rakip değil, engel oldu sadece. Ama Alman disiplinine sahip takımları elemek hiç bir zaman kolay olmamıştır. Bunu ilk maçta görsek de, Gelsenkirchen’de 2000 yıllarını hatırlatan bir Galatasaray çeyrek finale çıkıyor, Mourinho’yu Kayseri’ye getirecek kadar büyük bir başarıya imza atıyordu…
Barcelona’yı 1 haftada 2 defa yenen, kupanın bir numaralı favorisi Real Madrid’in hocası eğer gelip canlı canlı rakibini görmek istiyorsa, Sarı-Kırmızılı temsilcimizin bu başarısı yabana atılacak şey değil.
Kendisi bile inanmamıştı
Tape, şike, Metris, “Kupamızı verin” derken Fenerbahçe Avrupa’nın en önemli ikinci turnuvasında en iyi 8 takım arasında… Ve aradan yıllar yıllar değil, sadece 1.5 sene geçti. Ne oldu peki? Her şey bir anda unutuldu. İyi sonuç, futbol ve başarı gelince, “Bu takıma şike yaptın demek ayıp olur” cümlesini son zamanlarda sık sık duymaya başladık. Belki de Yargıtay bile kararı onamaktan vazgeçti ne bilelim!
Böylesine zor bir dönemden geçmiş, üstüne bir de en az 3 Temmuz olayı kadar vahim bir Alex krizi yaşayan Fenerbahçe, ligden kopmamış, Türkiye Kupası’nda yarı final, Avrupa’da çeyrek finale çıkmış durumda. Bu takım, en başta hocasından başlayarak ayakta alkışlanır, laf edenin de ağzının payı verilir. Kimse böyle bir başarı beklemiyordu. Aykut Kocaman bile ilk yarının sonunda istifa etmek istediğinde o bile inanmamış olacak ki, Fenerbahçe Teknik Direktörlüğü gibi bir çok insanın hayallerini süsleyen bu koltuktan gitmek istedi.
Kurada Lazio’yu çeken Sarı-Lacivertliler, Galatasaray’a göre daha şanslı. Yine de Fenerbahçe’nin kontrolü elden bırakmadan, Avrupa’da çok özlediği seyircisi önünde ilk maçta işi bitirip, yeni bir tarih yazsın, biz de keyifle seyredelim.