Ne yazık ki geçtiğimiz ay elimde olmayan nedenlerle yazmak istediğim yazıyı yazamadım. Gerekli belgeler zamanında elime geçmedi ve gündem çok hızlı geliştiği için de güzelliklerle dolu bir yazıyı sizlere sunamadım. İlk fırsatta tamamlayıp sizlerle paylaşacağım kısmet olursa. Bu ay yazmak istediğim konu siyasetten uzak hoşluklar ve güzelliklerle dolu istedim ancak iki ülkem arasında gelişen ve ağırlıkla Sayın Başbakan’ın BM Viyana toplantısında sarf ettiği sözler hakkında yazmadan geçemeyeceğimi anlayınca güzellikler, hoşluklar yerine nahoşlukları irdelemek kaldı.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, B.M. Viyana Medeniyetler toplantısında hiçbir medeniyet kaidesine uymayan ve hoş karşılanmayan bir şekilde Yahudi Vatanseverliği veya Yahudi Milliyetçiliği olarak da tercüme edebileceğimiz Siyonizm’i, Antisemitizm ve Faşizm ile bir tutmuş ve bunu bir insanlık suçu olarak nitelemiştir.
Her ülke ve millet, kendi vatanını sevme ve bu vatana ait topraklar üzerinde bir devlet kurma hakkına sahiptir ve bu uğurda verilen çabalara saygı göstermekle yükümlüdür. Aynen Türk Milletinin vatanını sevmesine veya Fransızların kendi topraklarını savunma hakkına karşı çıkılamayacağı ve bunu suç, hele hele insanlık suçu olarak değerlendiremeyeceği açık ve sarihtir.
Tarih boyuna Yahudi Milletinin ne gibi suçlamalara ve karalamalara maruz kaldığını anlatma gereği bile duymuyorum. Ancak doğduğum, büyüdüğüm ülkemin; vatanım saydığım Türkiye’min Başbakanının bu şekildeki ifadesi beni ve benim gibi dünya geneline dağılmış yaklaşık 150.000 kadar Türk Yahudisini derinden yaralamıştır.
En basit ifadesi ile Siyonizm, Yahudi milletinin yüzyıllarca hükümranlık sürdüğü İsrail Krallığının, Yehuda Krallığının toprakları ve baş şehri YERUŞALAYİM (Kudüs) olan şehirde bir devlet kurma ülküsüdür. Bu ülküye kimsenin karşı çıkma veya bu arzuyu hayali Faşizm ile eşdeğerde tutup insanlık suçu olarak değerlendirme hakkı yoktur, olamaz. Bu, Recep Bey olsa bile.
Sayın Türkiye Başbakanı’nın neredeyse yaşamı boyunca İsrail karşısında bir siyaset güderek hocası Necmettin Erbakan’dan aldığı feyz ile Yahudi düşmanlığını ve İsrail karşıtlığını siyasi sermaye yaparak iktidar olmayı becerebilmiş olduğunu hepimiz görüyoruz. Bu kendisine siyasi prim getiriyor ve ne zaman Yahudiler ve İsrail aleyhine açsa iç siyasetteki popülaritesi artıyor ve sanal da olsa oyları artıveriyor.
İsrail cephesinden Erdoğan aleyhinde neredeyse bir tek söz bile duyulmamış ve yazılmamıştır. İsrailli siyasi liderler bu konuda birçok tepki almalarına rağmen Erdoğan’a resmi tepkiler vermediler.
Bunun iki sebebi vardı;
1- Tepki Erdoğan’ın işine yarayacak ve hakkında daha fazla konuşulmasını temin edecekti.
Erdoğan’ın istediği de daha fazla reklamdı. Erdoğan’ın ne kadar Yahudi aleyhtarı olduğunun altı çizilirse oyları o kadar artıyor. O zaman İsrail açısından en doğru şey kendisine yardım edecek tepkiler vermemekti.
2- İkinci sebep ise İsrail Hükümeti ve siyasi yetkilileri, Erdoğan’ın ilanihayen iktidarda
kalmayacağını ve günün birinde birilerinin kendisini değiştireceğini var sayarak Türk halkını karşısına alabilecek polemiklerden uzak durmayı yeğlediler ki bu birinci sebep ve sonucuna da uygundu.
Ta ki Sayın Erdoğan zevahire dokunana kadar.
Siyonizm ile oynamak ve bunu insanlık suçu addetmek, hatta faşizm ile eşdeğerde tutmak olacak şey değildi ve en başta İsrail Başbakanı Binyamin Natanyahu bunu dünyadan kaybolmuş sandığı karanlık bir düşüncenin ürünü olduğunu beyan etti ve orada da kaldı; devam etmedi, herhangi bir diyalog ve polemiğe mahal vermedi.
Ancak İsrail’in yapması gerekenleri başta ABD Devlet Başkanı Hüseyin Barak Obama, Erdoğan’ı alenen eleştirerek bu ifadenin kabul edilemez olduğunu açıkladı.
Türkiye ziyaretinde bulunan ABD Dış işleri Bakanı Kerry ise “Bunu söylemiş olmanızı büyük bir talihsizlik ve nahoş bir ifade olarak görüyorum” dedi ve gerek İsrail ilişkileri gerekse koltuğunun altındaki Ortadoğu artı Suriye dosyası konusunda konuşmadan yoluna devam etti.
Ban Ki Moon ağır bir lisan ile, AB Lideri Bayan Ashton da en münasip lisanla Erdoğan’ı eleştirirken 13.03.2013 günü 100 kişilik ABD senatosundan 84 senatörün imzaladığı bir ayıplama ve resmen ‘’Sözlerinizi geri alın’’ diyen mektubu basına düştü.
Bütün bunlar Sayın Erdoğan’a herhangi bir prestij kazandırmıyor ve Türkiye’miz böylesi aşağılayıcı mektupları aslında hak etmiyor. Yoksa hak ediyor muyuz?
Bakın, Sayın Erdoğan 2005 yılında İsrail’i ziyaret ettiğinde gezisini bizzat takip ettim ve yerde, yakınında oldum. Hatta kendisi ile bir röportaj yapma fırsatım da oldu.
Her yabancı devlet adamı İsrail’e ziyaret’e geldiğinde Soykırım Müzesi Yad-Vaşem’e ziyaret’e götürülür ve gerek saygı duruşunda bulunulur gerekse ona anı ve ziyaret defterine duygularını yazması imkanı tanınır.
Sayın Erdoğan’ın Yad-Vaşem ziyaret defterine yazdıklarının resmini çeken tek gazeteci bendim. İsrailli gazeteciler bunun ne kadar önemli olabileceğini hissetmemişlerdi. Bakın neler yazmış:
Bugün 01.Mayıs.2005
Holokost tarih boyunca insanlığa karşı işlenmiş en akıl almaz suçtur. İnsanlık bir daha asla benzer bir olayla karşı karşıya kalmamalıdır.
Türk Milleti yüzlerce yıldır, barış, sevgi ve karşılıklı anlayış içinde yaşadığı Yahudi halkıyla yakın ve dostane ilişkilerimizi geçmişte olduğu gibi gelecekte de sürdürecektir. Irkçılığa asla ödün verme gibi bir anlayışa sahip olamayız. Aksine mücadele kararlılığımız vardır.
İnsanlık tarihinin en karanlık dönemini tüm acı hatıralarıyla gözler önüne seren bu mekanda kadını, erkeği, genci, yaşlısı milyonlarca Holokost kurbanının anısı önünde Türk Milleti ve şahsım adına ihtiramda bulunuyorum.
Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti Başbakan
Bu satırları yazarken Yad Vaşem’de hemen karşısındaydım ve fotoğrafını da çektim. Bu sözcükleri de aklından yazmamıştı; bir kağıttan bakarak yazmıştı. Ayıp değil tabii ama detayı da görmüş olmaktan sevinçliyim. Bugünlerde Türkiye Dış İşleri’nden sızan bilgilere göre Sayın Başbakanın kendisine hazırlanan metin ve açıklamalara sadık kalmadığı ve istediği şekilde freni patlamış kamyon misali evvelce hazırlanmış metinlerden farklı şeyler söylemesinden şikayetçi oldukları söyleniyor.
Peki, bunu neden anlattım? Gelin irdeleyelim.
Sayın Erdoğan’ı tanıyanlar sanırım bilir; kendisinde tesadüf kelimesi mevcut değildir. Hiç bir şeyi planlamadan ve sonuçlarını irdelemeden yapmaz.
Davos One Minute (veya Van minüt) şovu dahil her şey planlı ve organizedir. Bu ifade de bu şekilde planlıdır diyorum ve ekliyorum.
Kendisini iktidarda tutan ve aslına bakarsanız da başarılı olduğu konu popülaritesini sürekli canlı tutabilmesidir. Bakın hangimizin veya kimin dedikleri ABD başkanı Obama, BM genel Sekreteri Ban Ki Moon, ABD Dış İşleri Bakanı Kerry ve de AB başkanı Bayan Ashton ile 84 Amerikan senatörü tarafından eleştiriliyor?
Başbakan Erdoğan eleştirildiğine göre söyledikleri kızdırsa da, yanlış da olsa ‘bunu yapanlar açısından bir anlamı ve değeri var ki eleştiriyorlar’ mantığı ile değerlendirecek olursak Sayın Erdoğan yapmış olduğu bu yanlış ile gurur duyuyor ve “hedefe vardım” diyordur.
Sanırım Sayın Başbakan milli değerler ile değil dini değerler ile yetişti ve yetiştiği dönemlerde ne yazık ki milliyetçilik kavramı ırkçılık ve faşizm ile özdeşleştiriliyordu. Bunun bu şekilde algılanmasının suçlusu, sadece bunu bu şekilde algılayanlar olmasa gerek.
Kendilerine “milliyetçi” diyen ancak aşırı uçlarda seyredenlerin de bu damgada payları olmadığını söylemek yanlış olur.
Bu ifadeler Sayın Erdoğan’ın Siyonizm’i Faşizm ile eşdeğerde saymasını aklamamakla birlikte nasıl şekillendiğimi izah etmek açısından özel bir anlamı vardır.
Ne yazık ki Sayın Erdoğan Türkiye’nin milli değerlerinden çok dini değerlerine kaymış ve bundan prim yapmakta geçinmektedir.
Tabii ki uzun vadede bu türden prestij kayıpları ile Türkiye neler kaybedecek veya gerçekten de kaybedecek mi, hesabını yapabilen belki de yoktur. Kaldı ki Obama ile Ban Ki Moon bunun ne gibi sonuçlar doğurabileceğini biliyorlar mı? Ben neler olabileceğini bilmiyorum, ama bildiğim tek bir şey var ki benim ülkemin Başbakanı, benim milletimin vatanseverliğini ayakları altına alıyor. Hoş Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldığını beyan etmekten kaçınmamış T.C. Başbakanı’nın İsrail ve Yahudi milliyetçiliğini ayaklar altına almaktan çekinebileceğini düşünmek bile abestir.
Şunun altını çizelim isterseniz Yahudi Milletinin milliyetçiliği (vatanseverliği) olan Siyonizm’i faşizm ile eşdeğerde tutmak ise Antisemitizm’in ağa babasıdır.
Yad Vaşem’de altına imzasını atarak karşısında olduğunu yazılı olarak beyan ettiğinin aksini yapmak bir Türkiye Başbakanına yakışmamaktadır.
Ne yazık ki Mavi Marmara da bu şovların en görkemlisi idi; hedefi Türkiye ile İsrail’in arasını açmaktı ve ne yazık ki becerdi.