“Ey Aşk; saf derin Aşk; şimdide ol…
Her şey ol; Dünya senin hiç sönmeyen sonsuz parlaklığın içinde erisin;
Solmuş yapraklar, senin sayende soğuk yıldızlardan bile daha çok parlasınlar;
İzin ver, senin hizmetçin, nefesin, çekirdeğin olayım…”
Hz. Mevlana
Tam kırk yıl önceydi. Sıradan bir gündü. Uzaklardaki ufukta koyu kırmızı bir çizgi halinde güneş batmaya başlamıştı. Yirmi yaşında olmanın melankolisi ile gökyüzündeki bulutları romantik şekillere benzetmeye çalışıyordum.
Neredeyse çalan telefonu bile duyamayacak kadar kendimden geçmiştim ki, ısrarlı ses beni yerimden kaldırdı. İsteksizce “alo” dedim. Fakat anlayamadığım bir etki kulağımdan içeriye akarcasına beni diriltmeye başlamıştı. Bir şeyler söylüyordu, oysaki ben sadece aydınlığı dinliyordum. Kelimelerin anlamları yok olmuş, yalnızca ışıltılı bir tınının dokunuşlarını hissediyordum. Arayan ağabeyimin sınıf arkadaşıydı. Aynı okulda okumamıza rağmen birbirimizi hiç görmemiştik.
Ertesi gün yine aynı saatte çalan telefonla başlayan konuşmalarımız bir yıla yakın sürdü. Birbirimizi çok merak ediyorduk fakat aramızda oluşan bu sihrin bozulmasını da istemiyorduk. Fizik etki olmadan fikirlerimizin ve duygularımızın dans edercesine alışverişi çok hoşumuza gidiyordu.
Bir gece sırtüstü uzandığım halının üzerinden sabaha karşı kulağım kıpkırmızı, başım dönerek kalktığımı hatırlıyorum. Saatlerce yaptığımız konuşmalar sırasında O’na daha yakın olabilmek için telefonu iyice dayamaktan yüzüm ısınır hatta yanağım uyuşurdu. Ben iç mimari, O ise mimarlık okuyordu. Mesleklerimizden, felsefeden, teolojiden, ontolojiden ve ezoterizmden konuşuyor uzun uzun sohbetler ediyorduk.
Bir gün telefon yetmez hale geldiğinde görüşmeye karar verdik. Buluştuğumuzda birbirimize derin bir aşkla bağlandığımızı anlamıştık. Tanışmamızın üçüncü yılında evlendik.
Aradan tam kırk yıl geçti. Telefonda duyduğum sesin aydınlığı bugün güneşim oldu. O ses öylesine aşka demirlemişti ki beni, kırk yıl en güçlü fırtınalar bile sarsamadı. Aksine her defasında güven ve sevgi ile daha da sağlamlaştırdı.
Tıpkı Mevlana’nın;
“Ey Aşk; her şey ol, Dünya senin hiç sönmeyen parlaklığının içinde erisin…”
dizelerindeki gibi, bizim aşkımız her şey oldu ve her şey onun içinde eridi ve aşk oldu.
Bu saf ve temiz aşktan üç oğlumuz doğdu. Onlar aşkımızı çoğalttılar. Ve bize aşkın ne olduğunu anlattılar. Böylece gerçek aile olduk. Birbirimizi sevdik, saydık. Üzüldük, sevindik ama ne yaptıysak hiç ayrılmadık, sadece aşkta kaldık.
Yaratıcımız bize izin verdi. Aşkın hizmetkarı, nefesi, çekirdeği olduk. Kırk yılı doldurduk. Acılar bal oldu, tatlanan ağzımızdan dökülen sözler birbirimize ve herkese aşk oldu.
Derler ki, insanın bir özelliği vardır, kalbi kapıdır. O kapı ise, hakikate açılan tek kapıdır. Eşim ve çocuklarım bana o kapının yolunu bulduranlardır. Ya dostlarım, onlarsız o kapıdan nasıl geçerdim?
Aşkın hakikatinde nasıl kendimi bulabilirdim?
Sevmek ve sevilmek, sevgide bir olup büyümek ne güzel. Daima ötesini, ötesini hedeflemek ne güzel.
Düşünüyorum da aklıma ünlü Blake’in dizeleri geliyor.
“Dünya’yı, bir kum tanesinde ve cenneti, yabani bir çiçekte görmek için
Sonsuzluğu avucunun içinde tut ve ölümsüzlüğü de bir saat içinde.”
Eşim, çocuklarım ve dostlarım, benim doğamın gizli kalmış yanlarını açığa çıkartmama yardım ederlerken;
Bazen o kum tanesi, ortanca oğlumun kara gözlerinde dünyam oldu…
Bazen cennet, büyük oğlumun keşfedemediğim ve daima ulaşmak istediğim bakışlarında beliriverdi.
Bazen ise, küçük oğlumun sıcacık gülüşünde her şey birleşti ve sonsuzluk avucumun içine yerleşti.
Ve ölümsüzlük, eşimle yaşadığım kırk yılı bana bir an gibi hissettiren zamanın içinden süzülüp, geçmiş ve gelecek bütün hayatlarıma yayıldı.
Sevgi, önce kişinin kendisinden başlar. Sonra eşini arar ve çoğalmak ister. Büyümeden duramaz. İster ki, meyveler versin, tohumlar üretsin. Bütün bunların en kutsal olan aile ile olacağını bilir. Sonra bir mıknatıs olur, kendi gibileri bulur. Artık onu hiçbir şey tutamaz, neşelenir, çağlar, içine alır, kutsar. Sevdikçe yayılır, sevdikçe açılır.
Sonuç; her zaman olduğu gibi, sadece Işık’tır. Kalbinde küçücük de olsa sevgi taşıyan herkes, sevgilidir.
Sevgililer Gününüz Kutlu; Yolunuz Işık’lı Olsun.