12 Mart 1971 günü 13:00’da radyoda okunan muhtıra, yeni bir dönemin başladığının haberini veriyordu. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde meydana gelen ikinci askeri darbesi ile karşı karşıyaydı.
1961 Anayasasının getirdiği geniş özgürlükler, sosyalist partilerin kurulmasına yeşil ışık yakılması, sendikaların hakları ve basın özgürlüklerinin nerdeyse sınırsız kullanılması, sosyal çalkantılara neden olmuştu. Olayların yaşandığı dönemde hükümetin başında Süleyman Demirel vardı. Son zamanlarda öğrenci eylemleri artmış, banka soygunları ve silahlı çatışmalar boy göstermeye başlamış, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında bir hareketlilik ve çalkantı hissedilir hale gelmişti.
5 Mart 1971 gecesi Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Jimmy Sexton, Richard Caraczi, James Gholson ve Larry Haevner’i kaçırıp, ertesi sabah Anadolu Ajansı’na bıraktıkları zarf ile 400 bin dolar fidye ve tutuklu olan tüm devrimcilerin serbest bırakılmasını istemiş, istekleri gerçekleştirilmezse, kaçırdıkları 4 Amerikalıyı kurşuna dizeceklerini bildirmişlerdi. Olay Türkiye’de olduğu kadar Amerika’da da büyük yankı yaratmıştı. ABD Başkanı Richard Milhous Nixon “Türk Hükümeti’ne tehditçilerle pazarlığa girmelerini tavsiye etmem” derken, en sert tepki “Çıkarım sokağa, halkı emniyet kuvvetlerine yardıma çağırırım. Üç çocuk koskoca devletle pazarlık mı edecek?!” diyen CHP lideri İsmet İnönü’den gelmişti.
İstediklerini alamayacaklarını anlayan Deniz Gezmiş ve arkadaşları Amerikalıları esir aldıkları apartman dairesinde bırakıp Ankara sokaklarına geri dönmüşlerdi. Tarih karşılığını söyleyebilmek gerçekten kolay değil…
Tüm bu olaylar yaşanırken ordu komutanlarının sık sık toplanmaları “yeni bir darbe mi geliyor?” haberlerinin çıkmasına sebebiyet vermişti. 12 Mart 1971 günü 13:00’da radyoda okunan muhtıra, yeni bir dönemin başladığının haberini veriyordu. Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde meydana gelen ikinci askeri darbesi ile karşı karşıyaydı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu’nun imzasını taşıyan muhtıra 3 maddeden oluşuyordu.
1) Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
2) Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek; mevcut anarşik durumu giderecek, anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
3) Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.
O günlerde üç isim; Deniz Gezmiş, Memduh Tağmaç ve Nihat Erim ayrı açılardan tarihe damgalarını vurmuşlardı.
Memduh Tağmaç: 1904 Erzurum doğumlu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 14. Genelkurmay Başkanı’dır.
Deniz Gezmiş: 27 Şubat 1947 Ankara doğumlu, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurucusu, sosyalist devrimcidir.
Nihat Erim: 1912 Kocaeli doğumlu, 1971-1972 yılları arasında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’dır.
12 Mart günü Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç hazırlanan muhtıranın altına imzasını atarak Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni bir dönemin başlamasına onayını vermiş olmuştur. Bu onayın sonrasında Tağmaç, ordu içindeki ağırlığını artırarak askeri kesimin tek temsilcisi olmuştur. Muhtıranın açıklanmasıyla birlikte Süleyman Demirel hükümeti istifa etmesi “Yeni hükümeti kim kuracak? Kimler görev alacak?” sorularını yaratmıştır.
Deniz Gezmiş, muhtıranın açıklanmasından dört gün sonra 16 Mart 1971 tarihinde Sivas’ın Gemerek ilçesinde polisle girdiği çatışma sonrasında olayın yaşandığı yerde teslim olmuştur. Aynı gece Ankara’ya getirilip doğrudan kendisini merakla bekleyen İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu’nun makamına çıkarılmıştır. Deniz Gezmiş, Bakan’la küçük bir tartışma yaşayıp “Ben Türk Halk Kurtuluş Ordusu’nun bir neferiyim” demiş, Bakan da “ Tek bir ordu vardır” deyince, “O ordu sizi iktidardan düşürdü” yanıtını almıştır.
Türkiye’de yeni bir dönemin başladığı bu zamanlara ismini yazdıran üçüncü isim ise CHP Milletvekili Nihat Erim’dir. 19 Aralık 1971 tarihinde hükümeti kurma görevi Erim’e verilmiştir. Erim bu zorlu görevi hemen kabul etmiş ve en yakın dostu Sadi Koçaş’tan yardım istemiştir. Koçaş, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ile görüşüp desteğini istemiştir.
Sadi Koçaş “Eğer izin verirseniz Sayın Erim partiden istifa edip görevi kabul edecekler” dediğinde İsmet Paşa’nın cevabı; “Nihat nasıl kabul edecek bunu? Parti ile ilişkisini kesince bir daha partiye alırlar mı sanıyor kendini? Sonra bizim parti meclisi destekler mi böyle bir hükümeti?.. Yok Koçaş… Söyle Erim’e, vazgeçsin bu sevdadan…” olmuştur.
26 Mart tarihinde Nihat Erim’in hükümeti kurmasıyla birlikte 12 Mart darbesinin üç önemli ismi yazılmıştır tarih sayfalarına. Askeri iktidarın lideri Memduh TAĞMAÇ, sivil iktidarın lideri Nihat ERİM ve Mamak Askeri Cezaevindeki hücresinde Deniz GEZMİŞ…
Deniz Gezmiş’in Mahkemesi 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu binasında Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında ve Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no’lu Mahkemesi’nde başladı ve 9 Ekim 1971 günü bitti. Sonuç olarak Deniz ve arkadaşları 16 Temmuz 1971’de başlayan THKO-1 Davası’nda TCK’nin 146. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle, 9 Ekim 1971’de 146/1 maddesi uyarınca idam cezasına çarptırıldılar.
“Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Mahkememiz Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını; bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs suçunu işlediğinizi sabit gördü. Türk Ceza Kanunun 146/1 maddesi uyarınca ölüm cezası ile tecziyenize karar verildi.”
Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde, gece 01:00 – 03:00 arası, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde asılarak idam edildi.
Deniz Gezmiş’in son sözleri, “Yaşasın tam bağımsız Türkiye. Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ideolojisi. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi. Kahrolsun emperyalizm. Yaşasın işçiler, köylüler! ” olarak kayıtlara geçti.
BABASINA MEKTUBU
“Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar ‘üzülmeyin’ desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir.
Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’deki Türk ve Kürt halklarının da anlayacağına inanıyorum.
Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara´da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma.
Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.
Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…
Oğlun, Deniz Gezmiş
6 Mayıs 1972, Merkez Cezaevi”
“GEREKİRSE DEMOKRASİLERİN ÜSTÜNE ŞAL ÖRTMELİ”
Nihat Erim, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idam edilmesine kadar varacak Balyoz Harekatı olarak bilinen uygulamaları başlatması nedeniyle “Balyoz” lakabıyla anılır. “Gerekirse demokrasilerin üstüne şal örtmeli” sözü nedeniyle de Aziz Nesin tarafından kendisine “Şalcı Nihat” denmiştir. Kıbrıs’la ilgili anı ve gözlemlerini “Bildiğim ve Gördüğüm Ölçüler İçinde Kıbrıs” adıyla 1975’te kitaplaştırdı. 19 Temmuz 1980’de İstanbul Dragos’taki evinin yakınındaki deniz kulübünde Dev-Sol militanları tarafından silahlı saldırı sonucu öldürüldü.
Türkiye 12 Eylül askeri darbesine adım adım yaklaşırken, Nihat Erim’in öldürülmesi bu sürece adeta ivme kazandırdı. 12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra, eylem talimatını veren örgüt lideri Dursun Karataş’tan, tetikçiler Ahmet Karlangaç ve Sadettin Güven’e kadar tüm militanlar birer birer yakalandı.
“DEVRİMCİLERİN KATİLİNİ PROTESTO İÇİN CEZALANDIRDIK.”
Erim’in öldürülme talimatını, Dev – Sol’un “Haydar”, “Dayı”, “İsmail” kod adlarını kullanan lideri Dursun Karataş ile Hüseyin Solgun birlikte vermişti. Sanıklar yargılandıkları Sıkıyönetim Mahkemesi’nde cinayetin gerekçesini, suikasttan sonra olay yerine bırakılan bildiriyi tekrarlayarak açıkladılar: “Faşist Nihat Erim’i devrimcilerin katlini protesto için cezalandırdık.” Karataş, Metris Cezaevi’nden firar ettiği için, Erim cinayetinin arkasında hangi güçlerin bulunduğu anlaşılamadı.
BAŞINI DUVARA VURARAK İNTİHAR ETTİĞİ İDDİA EDİLDİ
Tetikçilerden biri olduğu öne sürülen kişi, Maden Fakültesi öğrencisi Ahmet Karlangaç’tı. Gözler Karlangaç’ın ifadesine çevrilmişti. Ancak 17 Ekim 1980’de cinayetin arkasındaki kirli ellerin açığa çıkmasını bekleyenler hayal kırıklığına uğradı. Ahmet Karlangaç’ın, gözaltında bulunduğu sırada intihar ettiği iddia edildi. Üstelik yaşamına, tarihe geçecek tuhaflıktaki açıklamaya göre, “başını duvara vurarak” son vermişti. Bir numaralı sanık Karataş ise firari olduğu için gıyabında hüküm giydi.
Türkiye, bir Başbakanını teröre kurban verdi, ancak kanlı zincirin ucunu tutanlara, eylemi gerçekleştirenler yakalandığı halde ulaşamadı.
————————————————————————————————————————————————
3 Names and a Coup D’etat
On 12 March 1971 at 13:00, the memorandum read on the radio was giving the news that a new era had started. The Turkish Republic was facing the second coup d’etat in its history.
The wide range of freedoms that the 1961 Constitution brought, giving the green light to the foundation of socialist parties, rights of unions and upholding the freedom of press almost limitlessly had caused social upheavals.
Süleyman Demirel was leading the government when incidents took place. Student unrests had increased, bank robberies and armed conflicts had reared their ugly heads, turmoil and disturbance were appreciable.
On the night of March 5 1971, Deniz Gezmiş and his companions had abducted Jimmy Sexton, Richard Caraczi, James Gholson and Larry Haevner before they left an envelope to the Anadolu Agency, with which they were demanding a 400 hundred thousand dollar ransom and the release of all the arrested revolutionists and notified that they would shoot the 4 Americans they had abducted unless their demands were answered.
The incident had repercussions in America as well as Turkey. While the American President Richard Milhous Nixon said; ‘‘I do not recommend the Turkish Government negotiating with the intimidators’’,the strongest reaction came from the CHP leader İsmet İnönü who said: “I go out and ask people to help the police forces. Will three kids negotiate with the huge state?”
Deniz Gezmiş and his companions who realized that they would not be able to get what they had demanded for left the Americans in the flat they had been holding captive and returned back to the streets of Ankara.
The frequent meetings of army commanders while all these events were taking place consequently caused news as: “Is another coup on its way?”. On 12 March 1971 at 13:00, the memorandum read on the radio was giving the news that a new era had started. The Turkish Republic was facing the second coup d’etat in its history.
The memorandum which held the signatures of the Commander of the Turkish Armed Forces Full General Memduh Tağmaç, Land Forces Commander Full General Faruk Gürler, Air Forces Commander Full General Muhsin Batur and Naval Forces Commander Vice Admiral Celal Eyiceoğlu consisted of three clauses.
1) “With its ongoing attitudes, opinions and actions, the Parliament and the Government; have put our country into anarchy, brother-fight, social and economical disturbances, lost the hope for reaching the level of modern civilizations which was the goal Atatürk had targeted among public opinion, could not realize the reforms prescribed in the Constitution and the future of the Turkish Republic has been confronted with extreme danger.”
2) In order to find solutions to ease the deep sadness and hopelessness of the Armed Forces born right from the heart of the Turkish Nation, it is mandatory that a government which will remedy the current anarchic situation, approach the reforms presupposed by the constitution with a Kemalist vision and apply the revolution laws strongly and convincingly under democratic principles, to be established with an over-parliamentary evaluation approach.
3) Unless this subject is rapidly realized, the Turkish Armed Forces is determined to fulfill its duty to protect and watch over the Turkish Government and take the charge directly on itself.
Memduh Tağmaç: Born in 1904, Erzurum and the 14th Commander of Turkish Armed Forces.
Deniz Gezmiş: Born in February 27, 1947 Ankara, the founder of People’s Liberation Army of Turkey, socialist revolutionist.
Nihat Erim: Born in1912, Kocaeli, the Prime Minister of Turkey between 1971-1972.
In those days, three names; Deniz Gezmiş, Memduh Tağmaç and Nihat Erim had left marks in history from different perspectives.
On March 12, by signing under the prepared memorandum, Memduh Tağmaç had ratified a new era in the Turkish Republic. After this ratification Tağmaç increased his impact and became the only representative of the military wing. The Süleyman Demirel Cabinet’s resignation after the declaration of the memorandum brought “Who will institute the government? Who will be assigned?” questions on.
On March 16, 1971, four days after the declaration of the memorandum, Deniz Gezmiş surrendered after an armed stand-off with law enforcement officers in Gemerek, Sivas at the place where the shoot out took place. At the same night he was taken directly to the office of the Minister of the Interior Haldun Menteşoğlu, who had been curiously waiting for him. Deniz Gezmiş had a small quarrel with the Minister and said; “I am a soldier of the People’s Liberation Army of Turkey” and when the Minister said; “There is only one army”; he received the answer “That army pulled you down from the government” in return.
The third name who put his stamp on these times when a new era had begun in Turkey was Nihat Erim; a Member of the Parliament from the Republican People’s Party. Erim had been given the duty to establish the government. He immediately took on this duty and asked his best friend Sadi Koçaş for his help. Koçaş talked to the Chairman of Republican People’s Party İsmet İnönü and asked for his support. When Koçaş said; “If you would permit, Mr. Erim will resign from the party and accept the duty”, General İsmet’s answer was; “How will Nihat accept this? Does he think they would take him back when he severs the relationship with the party? Then, would our party assembly support such a cabinet?… No, Koçaş… Tell Erim to give up this ambition.”
On March 26, with the establishment of the government by Nihat Erim, three important names of the March 12 coup d’etat had been written on the pages of history. The leader of the military power Memduh TAĞMAÇ, the leader of the civil power Nihat ERİM and in his cell at the Mamak Military Prison Deniz Gezmiş…
Deniz Gezmiş’s trial began on July 16, 1971 at the Ankara Veterinary School building under Ankara Military Commission Command – Court 1, with Brigadier General Ali Elverdi’s president magistracy and the prosecution of Baki Tuğ’s and finished on October 9, 1971. As a result, at the THKO-1 case which had started on July 16, 1971 with the rations decidendi of the violation of the Turkish Criminal Code’s 146th article and according to the law item 146/1 Deniz and his companions were sentenced to death penalty on October 9, 1976.
“Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, our Court has come to a verdict that you have committed the crime of attempting to overthrow the rest of the Constitutional order and to change part of it. According to the Turkish Criminal Code’s 146th article, it has been decided that you will be punished with capital punishment.
Along with Yusuf Aslan and Hüseyin İnan, Gezmiş was executed by hanging on May 6, 1972, between 01:00 – 03:00 A.M. at the Ankara Central Prison.
Deniz Gezmiş’s last words were recorded as; “Long live independence for the people of Turkey. Long live the great ideology of Marxist-Leninism. Long live the fight of Turkish and Kurdish people for independence. Damned be imperialism. Long live laborers and villagers!”
LETTER TO HIS FATHER
“When you receive this letter I will no longer be with you. I know you will be in grief even if I tell you not to be. But I want you to stay in solidity; people are born, they grow, live and die. It is not important to live long but to accomplish much while living.
That’s why I don’t mind leaving early. Besides, my friends who left before me had never hesitated to die. Be sure, I will not, neither; your son is not weak or helpless in facing death. He chose this path consciously and he knew this would be his end. We may differ in our opinions but I think you may understand me. I believe not only you but also the Kurdish and Turkish people of Turkey will understand.
I gave the necessary instructions for my funeral to my lawyers. I will also inform the attorney. I want to be buried next to my beloved friend, Taylan Özgür, who died in Ankara, in 1969. So, do not take my funeral to Istanbul.
It falls on you to comfort my mother. I am leaving my books to my little brother. Admonish him strictly; I want him to be a scientist. Tell him to study science and tell him not to forget that studying science is a humanitarian service after all. At this last moment, I express that I don’t regret what I have done and that I embrace you, my mother and my younger and elder brothers with all the passion of revolutionism.
Your Son, Deniz Gezmiş.
May 6, 1972, Central Prison”
“A SHAWL SHOULD BE SPREADED OVER DEMOCRACIESIF NECESSARY”
Nihat Erim is recalled with the nickname “Sledgehammer” due to the fact that he had started the practices known as the Sledgehammer Operation which to an extent led the execution of Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan and Yusuf Aslan. Because of his words “A shawl should be spread over democracies if necessary”, he was also called “Shawler Nihat” by Aziz Nesin. He then wrote a book named “Cyprus in the Extent of What I Know and Saw.” in 1975. He was assassinated in July 19, 1980 by Dev-Sol militants at the sea club near his house in Istanbul, Dragos.
While Turkey was approaching the September 12 coup, Nihat Erim’s assassination simply precipitated this process. Shortly after the September 12 coup, from Dursun Karataş the leader of the organization who had ordered the activity to the hit men Ahmet Karlangaç and Sadettin Güven, all militants were captured one by one.
“WE PUNISHED THE MURDERER OF REVOLUTIONISTS TO PROTEST”
The death call for Erim had been given together by Dursun Karataş the leader of Dev-Sol who also adopted the nicknames “Haydar”, “Dayı”, “Ismail” and Hüseyin Solgun. At the Martial Court where they were brought to justice, the suspects explained the motion of the murder by repeating the notice which had been left at the crime scene after the assassination: “We punished the faschist Nihat Erim to protest the murder of revolutionists.” Because Karataş crashed out of jail, which powers behind the Erim homicide stood could never be explained.
CLAIMED TO COMMIT SUICIDE BANGING HEAD ON THE WALL
Ahmet Karlangaç, a student at the Faculty of Mines was alleged to be one of the hit men. All the eyes were turned to his testimony. However, on October 17, 1980, those who had been waiting to hear the exposure of the dirty hands behind the murder were disappointed. It was claimed that Ahmet Karlangaç had committed suicide while he was under custody. Moreover, according to the statement which would go down in history, he had ended his own life by “banging his head on the wall”. Since suspect number 1 Karataş was a jail breaker, he was sentenced in absentia.
Turkey lost a Prime Minister against terrorism but although those who committed the murder were arrested, those who held the bloody side of the chain could never be reached.